Skip Navigation Links
Türkçe » Makale : BDP’nin yaptığı sivil itaatsizlik mi?/Kürtler ve sivil itaatsizlik/Ö.B. Topluluğu…
 
BDP’nin yaptığı sivil itaatsizlik mi?/Kürtler ve sivil itaatsizlik/Ö.B. Topluluğu…
2011-04-13 13:58
MediaKurd > info@mediakurd.com
İbrahim GÜÇLÜ
(ibrahimguclu21@gmail.com)

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Newroz’dan sonra “sivil itaatsizlik” eylemini başlattığını ilân etti. “Sivil itaatsizlik” eylemleri çok çeşitli olmasına rağmen, “oturma eylemi” ile “sivil itaatsizlik” yaptığını duyurdu. BDP’nin “sivil itaatsizlik yapıyorum” açıklamasıyla, kitlesel yapısından dolayı, “sivil itaatsizlik” kavramı daha önce Kürt aydınları ve siyasetçiler arasında var olan ve konuşulan bir kavram olmasına rağmen, Kürtlerin geniş kesimlerine ve Kürdistan’ın tüm alanlarına taşındı.

BDP’nin “sivil itaatsizlik yapıyorum” demesinden sonra, yaptıklarının “sivil itaatsizlik” olup olmadığını doğal olarak tartışılması gerekirdi. Bu konuya ilişkin yapılan tartışmalarının çoğunda, BDP’nin “sivil itaatsizlik” eylemi yaptığı kabul görmekte, eylemin hedefleri ve amaçları konusunda bir tartışma söz konusu. Oysa BDP’nin yaptığı eylemin “sivil itaatsizlik” olup olmadığı tartışma gündeminde tutulmak zorunda. Ben de buna yapmaya çalışacağım.

*****

Bu konuda öncelikle üzerinde durulması gereken madde: Herhangi bir kişi ve örgüt “sivil itaatsizlik” eylem türlerinden birini yaptığı zaman, “ben/biz sivil itaatsizlik yapıyoruz diyebilir mi?” Benim öncelikle itirazım buna. Çünkü herhangi bir kişi ve örgüt, “sivil itaatsizlik yapıyorum” demekle “sivil itaatsizlik” yapmış olmaz. Kişiler ve örgütler eylemlerini yaparlar, bu eylemlerinin taktiri kamuoyunun olduğu gibi, kavramlaştırma da siyaset, toplum ve sosyoloji bilim adamlarının işidir. Kamuoyu da ve bilim adamları da, kişinin ve örgütün karakterine, o güne kadar yaptıklarına bakarak, o kişinin ve örgütün sivil itaatsizlik yapıp yapmadığına karar verir.

Bu cepheden bakıldığı zaman, BDP’nin “ben sivil itaatsizlik yapıyorum” demesi, “sivil itaatsizlik yapmadığı”, “sivil itaatsiz” olmadığı kanaatini ilk planda dışa vuruyor.

Ayrıca, “sivil itaatsizlik” eylem türlerinden birini kullanan her kişi ve örgüt illa da “sivil itaatsiz” kişi ve örgüt olmaz. Demek ki, bir kişinin ve örgütün sivil itaatsiz olarak tanımlanması, yaptığı eylemin sivil itaatsiz sayılması için geçmişte ve içinde bulunulan zamanda sivil itaatsizliğe uygun bir yapısal özelliğe, anlayışa, kültüre, sürekli bir davranış tarzına sahip olup-olmasıyla tanımlanabilir.

Bu noktada da “sivil itaatsizlik” konseptinin tanımlanması yapılmak zorunda. Sivil itaatsizlik bilimsel ve akademik anlamda birçok kapsamda tanımlanmıştır. John Rawise göre sivil itaatsizlik, “yasaların ya da hükümetin politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde icra edilen (aleni), şiddete dayanmayan, vicdani, ancak yasal olmayan politik bir eylemdir”. Howard Zinn ise sivil itaatsizlik tanımını daha da genişletmiştir. Howard Zinn’e göre sivil itaatsizlik: “Toplumsal hedefler uğruna yasaların bilinçli ve hedeflenmiş ihlalidir”.

Bu tarifler ve tanımlara bakıldığı zaman, sivil itaatsizlik kavramının içeriksel öğeleri şunlardır: 1) Sivil itaatsizlik yasa dışı ancak meşru bir eylemdir. Aynı zamanda Türkiye koşullarında, sömürgeci-sömürge ilişkilerinin varlığından dolayı sistem dışı ve devlet dışı olmalıdır. 2) Sivil itaatsizlik kamuya açık, aleni bir eylemdir. Bu nedenle, açık örgütlenmeyi, arkasına illegal bir örgütlenmeyi almamayı gerekli kılar. 3) Sivil itaatsizlik şiddeti ve silahlı mücadeleyi dışlayan bir eylemdir. Bu özellik, sivil itaatsizliği belki de tanımlayan en belirgin özelliktir. 4) Sivil itaatsizlik yeni bir hukuk devletini öngörür. Türkiye koşullarında, devletin Kürtlerin ve Türklerin Devleti olması merkezinde geliştirilecek bir hukuksal formattır.

Sivil itaatsizliğin piri olan Mahatma Gandi, Pors Park, Henry David Thoreau,Martin Luther King, Dalai Lama, Paul Lafargue de bu prensiplere bağlı kalarak hayatlarını ve mücadelelerini idame ettirmişlerdir.

Sivil itaatsizlik kavramlaştırılırken, sistem içinde radikal değişikliklerin yapılmasının olanaklı olduğu devlet yapılanmaları öngörülüyor. Sivil itaatsizliği tanımlayanlar, sömürgeci-sömürge ilişkilerinde, özellikle de ezilen uluslara ve kendine bağlı uluslara hiçbir statü tanımayan sömürgeci devlet statülerini gözeterek bir tanımlama yapmamışlar. Onlar da bu tür sömürgeci-sömürge ilişkisine karşı, şiddet ve silahlı güç ile dengeleneceği ve çözümleneceğini varsaymışlar.

Bu bağlamda, Kürdistan gibi statüsü olmayan sömürge bir ülkede sivil itaatsizlik daha farklı içeriklerle tanımlanmak zorundadır.

Kürdistan’da yasalardan önce, yasaları yapan devlet ve onun önemli kurumları meclis, hükümet, yargı, silahlı kuvvetler, emniyet kuvvetleri, tüm devlet kurumları meşru olmayan, Kürtlere hiçbir şekilde ait olmayan kurumlardır. Demek ki sorun, yasaları değiştirmekten öteye, devleti değiştirmek, Kürtlerin devlet ve iktidar sahibi haline getirmek, egemen ulus yapmaktır.

Sivil itaatsizliğin özellikleri, Kürdistan’daki sömürgeci-sömürge statüsü göz önüne alındığı zaman, BDP’nin yaptığı eylemin sivil itaatsiz bir eylem olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bunun en önemli kriteri de, BDP’nin silahlı bir güce dayanması, silahlı bir örgütün değişik alandaki mücadelesini yeni bir tarzda sürdürmesidir. Özellikle de son PKK Ateşkes’inden sonra, “PKK’den ateşkesi uzatmasını talep etmeyeceği” görüşü sivil itaatsizlik açısından en sorunlu alan ve durumdur.

Bunun yanında, amaçları itibariyle de yaptıkları bir sivil itaatsizlik değildir.

Böyle olduğu zaman da Kürtlerin sivil itaatsizlik eylemi, BDP’nin yaptığı gibi, Kürtler için meşru olmayan, başka bir ifadeyle Kürtlere ait olmayan Meclise daha fazla kişi ile girmek için yüzde onluk barajın indirilmesini, KCK ve tüm Kürt tutukluların serbest bırakılmasını, sadece Kürtçe ile eğitim-öğretim talep etmek değildir.

Sivil itaatsizliğin amacı, Meclis’e girmek değil, meclisi ve bunun doğal sonucu olarak seçimleri boykot etmek olmalıdır. Bu da, BDP milletvekillerini hemen istifasını öngörmektedir. Türk Devletine karşı, Kürt ulusunun özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele edenlerin, sonuçlarına katlanması da gerekir. Bu sonuçlardan biri de, tutuklanmalardır. Kürt ulusal mücadelesine liderlik yapanların ve özgürlük mücadelecilerinin devletten af dilenmeleri söz konusu olamaz.

Türk üniter ve ulusu devletine doğrudan karşı çıkmak, TC Devletini kendi devletin kabul etmemek, askerliğe gitmemek, vergi ödememek, Türkçe konuşmamak ve benzeri eylemler, sivil itaatsizlik kapsamında ele alınacak en somut eylemlerdir. Oysa BDP, Türk üniter devletine, Türk silahlı kuvvetlerine, Türk Devletinin kurumlarına (meclise ve diğerlerine) karşı bir tutum içinde değil, Türk Devletinin ulusal sembollerini de kendi değerleri olarak ele almakta. Bu yaklaşımını da, “sivil itaatsizlik yapıyorum” dediği dönemde de üzerine basarak ifade etmektedir.

TC Devleti’ni ve tüm kurumlarını meşru kabul etmemek; Kürdistan’da iktidar ve egemen olmak, en azından federal bir devlet, federe bir Kürdistan için mücadele etmek hedeflerinde sivil itaatsizlik göstermek gerekmektedir. BDP bunu yapmıyor, BDP seçim endeksli bir eylem sürdürüyor. Bu nedenle de, BDP listelerinde aday olamayacaklarını anlayan milletvekillerinin olmadık yüzkarası davranışlarıyla karşılaşılıyor.

*****

Bu nedenlerden dolayı, Nasname’de “Özgür Bireyler Topluluğu”nun üzerinde anlaştığı konsept en genel hatlarıyla önemsiyorum. Sorunun anlaşılır 0olması için uzun olmasına rağmen bir bölümü yazıma almayı yararlı görüyorum.

“Genel olarak, yasal olmayan ama ‘meşru eylem’ olarak tanımlanan sivil itaatsizlik, sömürge halkların en çok başvurması gereken eylem biçimidir. Bu açıdan bakıldığında Kürdistan halkının bu tür eylemleri, özgürlük mücadelesinde hayati öneme sahiptir…
“İşgal altında olan bir ülkede, işgalci devletin yasaları egemendir. Bu yasaların sömürge halkın ihtiyaçlarına cevap vermesi olanaklı değildir. Bu nedenle de sömürge halkın sivil itaatsizlik eylemlerine başvurması, her ne kadar geçerli/egemen pozitif hukuka göre “suç “olsa da meşru ve insani bir eylem biçimidir. Bu tür eylemlerin duyarlı insanlardan ve dünya kamuoyundan destek alması da daha kolay olur.
“Kürdler için askere gitmeme kararı sivil itaatsizliğe verilebilecek en etkili ve aynı zamanda en haklı eylemdir. Böyle bir eylemle verilecek mesaj, ‘ülkemi işgal eden, halkıma karşı birçok katliam ve soykırım yapan bir devletin ordusunda görev alarak halkıma karşı suç işlemek istemem’ olacaktır. Bu eylem pratik ve somut bir haksızlığa hayır demektir.
“İkinci bir eylem biçimi ise, esareti/sömürgeciliği ve ordunun pratik/somut suçlarına olur veren, esareti yasalarla koruyan sömürgecilerin Meclisleridir. Meclise girmeme ve seçimlere katılmama, ‘asırlık esareti koruyan, çıkardığı yasalarla suç işlenmesinin teorisini yapan ve halkımın kendi kimliğiyle var olmasını hazmedemeyen bu kurumun suçlarına ortak olmamak; onu meşrulaştırmamak için boykot ediyorum’ demektir.
“Meclise girmeme sadece partilerin/kişilerin aday olmamasıyla sınırlı kalmamalıdır. Kürdler seçimde görev almayarak, kütüklerin güncellenmesine yardımcı olmayarak ve hiçbir seçim çalışmasına katkı sunmayarak bu eylemi toplumun her kesimine yaymalıdırlar. Bunları yaparken dikkat edilecek tek şey, şiddete başvurmamak ve olası tahriklere kapılmamaktır.
“Amaç Kürd/Kürdistan sorununun demokratik yollardan çözümü ise, birbiriyle bağlantılı bu iki eylem biçiminden daha iyi bir sivil itaatsizlik olamaz ve mutlaka sonuç alıcı da olur.
“Sivil itaatsizlik eylemlerinin en belirgin özelliği, yürürlükteki yasalara göre bilinçli olarak suç işlemektir. Bu bilinçli suç, sistemin cezai yaptırımlarını önceden kabullenmek ve bunu göze almak demektir.
“Örneğin, askere gitmeyi ret eden bir vicdani retçi, ‘neden beni cezaevine koyuyorlar’ diye sitem edemez; ettiği zaman eyleminin özüne uygun davranmamış olur ve sistemin yasalarını hala meşru gördüğünü de kanıtlamış olur…
(……)
BDP’nin eylemlerinde dikkat çekici nokta, "yüzde onluk seçim barajının kaldırılmasının" talepler arasında yer almasıdır. Bu tür bir talep demokratiktir ama sömürge bir halkın talebi değildir/olamaz. Dahası Kürdler adına böyle bir talepte bulunmak, ulus olmaktan kaynaklı haklardan feragat edildiği anlamına geliyor…
“Başka bir talep ise, KCK davasından tutuklu olanların salıverilmesidir. Bu talep de, daha önce yapılan ve bugün devam eden eylemlerin sonucunu önceden kabullenmeme var. Sivil itaatsizliğin en belirgin özelliklerinden biri, yapılan eylemin sonuçlarına/yaptırımlarına katlanmaktır…
(…)
“BDP’nin demokratik, meşru olan eylemleri, ulusal hiçbir özellik taşımadığı için sömürge bir halkın ihtiyaçlarına cevap olacak eylemler değildir…
“Bu eylemlerinin Haziren seçimlerini hedeflediği ve AKP’yi Hükümetten uzaklaştırarak yerine Kemalistleri getirmeyi amaçladığı, ‘hem eylemlerin biçimiyle hem de PKK’nin seçim stratejisiyle’ görülüyor. Zaten bu eylemlere Kemalist Solun verdiği destek, başlı başına birçok şeyi açıklıyor.
“Referandumda “boykot” kararı alan bir anlayışın Milletvekili seçimlerine tüm enerjileriyle hazırlanmaları, sorunun sistem içi hesaplaşmalar olduğunu yeteri kadar gösteriyor…
“BDP’nin “Sivil İtaatsizlik” eylemlerinin birincil hedefi sömürgecilerin Meclisi olması gerekirken, (bu gereklilik, BDP’nin Kürd sorununun taşıyıcısı/sözcüsü olma iddiasıyla bağlantılıdır) Meclise daha çok milletvekili göndermek için çırpınmaları bir paradoksa işaret etmektedir.
“Eylemlerin, ‘kim daha keskin’, ‘kim daha çok milletvekili olmayı hak ediyor’ yarışına dönüşmesi ise, sadece komik görüntülere neden olmakla kalmıyor; aynı zamanda yaşanan kargaşayı, tutarsızlığı ve entegrasyon projesinin “Kürdlük” adına nasıl hayata geçirilmeye çalışıldığını da gösteriyor. Eylemlerde ön saflarda yer alan ve sivri çıkışlarla dikkat çeken BDP yöneticilerinin aynı zamanda Sömürgecilerin Meclisine Milletvekili adayı olmaları, sivriliklerinin nedenini ortaya koyuyor.
“BDP’nin eylemleri, seçime yönelik bir stratejinin hayata geçirilmesidir ve sadece Hükümeti düşürmeye yöneliktir. Bu nedenle “İtaatsizlik’ gibi görünen eylemler, aslında devletin/sistemin kendisine olan sadakatin ve itaatin sonucudur ve Kürdleri de bu İtaatin içine çekerek ulusal duyarlılıktan uzaklaşmalarını sağlama amaçlıdır…
“ (…) “

******

Kuzey Kürdistan’ın yakın siyasi tarihinde, başka bir ifadeyle “yenibahar” döneminde, sömürgeci-sömürge ilişkilerinin son bulması, Kürtlerin özgür bir ulus olması, kendi kaderini bağımsız devlet şeklinde tayin etmesi için, silahlı mücadele, soğuk savaş ve iki sistemli dünya koşullarında kaçınılmaz olarak savunulan mücadele biçimi oldu.

Soğuk savaş sonrasında, Dünyada, Türkiye’de ve Kürdistan’daki değişimler silahlı mücadeleyi gündem dışına çıkardı. Silahlı mücadelenin yerine hangi mücadele biçiminin ikame edileceği konusu, uzun zaman “demokratik mücadele” parantezi içinde ele alındı. Bu tanımlama, ihtiyaca cevap veren bir çözümleme ve bir mücadele enstrümanı olmadığı, kısa bir zaman içinde anlaşılmaya başlandı.

HAK-PAR’ın kuruluşu aşamasında ve sonrasında, “sivil itaatsizlik” eylemini sürekli olarak gündeme taşıyanlardan biri oldum. O tarihten sonra, “sivil itaatsizlik” Kürt siyasi mücadele literatürüne girdi. Yine o tarihten sonra, bu anlayışa uygun bir mücadele pratiği içinde oldum. Siyasi çalışmalarda Kürtçenin resmi dil haline getirilmesi, derneklerde ve siyasi partilerde Kürtçenin çalışma dili haline getirilmesi, basın toplantılarında Kürtçenin kullanılması, televizyon programlarında evimde, kapalı kapılar ardında, makalelerimde savunduğum ulusal konsepte hiçbir sınırlandırma getirmeden savunmam, mahkemelerde Kürtçe savunmalar yapmam, mahkemelerde Türk Devleti, mahkemelerinin, Türk Meclisi ve Hükümetinin, Türk silahlı kuvvetleri ve diğer tüm kurumlarının meşru olmadıklarını kararlıkla savunmam, Kuzey Kürdistan’da yeni bir halk hareketi ve örgütü için “sivil itaatsizliği”, sivil halk isyanını ve ayaklanması bir mücadele biçimi olarak önermekte ısrarlı olmam, bunun en somut kanıtları durumundadır.

Daha sonra benim de kurucusu olduğum TEVKURD, sivil itaatsizliği bir mücadele biçimi olarak benimsedi.

Ama sonuç olarak söyleyeceğim şu ki, sivil itaatsizlik bir mücadele biçimi olarak Kürtler için yeni bir konudur. Kürtlerin bu mücadele biçimine uygun bir yapılanmaya gitmesi, bunun kültürü ve davranış biçimini yapısal hale getirmesi gerekir.

Amed, 30. 03. 2011