|
Evin Çiçek: « Komutanım çatışmalar dışında 54 kelle aldım » |
2009-08-09 09:45 |
Evin Çiçek info@mediakurd.com |
|
O, bir ordu mensubuydu. Kürdistan’daki savaşta kendisine verilen görev insanlığa karşık suç işlemekti. O, şimdi Avrupa’da ve savaş mağduru rolünde. Savaş suçlusuyken, bundan dolayı yarğılanması gerekirken sevgi, dayanışma, yardım isteyen, bekleyen bir konumunda. Kendisine sevgi ve saygıyla bakacak, değer veren gözler arıyor. Bulması mümkün değil. Çünkü, görüntüsü ürperti veriyor. Titreyen ellerine doğru uzanacak sıcak avuçlar beklerken, kendisinden kaçınılıyor. Tutacak parmak bulamıyor. Parmakları itici. Bedenin de ise ölüm soğukluğu fışkırıyor. İnsanlar soru işaretleri eşliğinde kendisine bakıyorlar ve kesinlikle güvenmiyorlar. O, ise kendisine güvenilmediğini çok rahatlıkla his ediyor.
Bulunduğu şehirdeki T.C. vatandaşları kendisi için ; « Çift kişilikli. Vermesini bilmeyen, hep yararlanmaya, almaya çalışan tuhaf yüzlü. Sürekli yalan konuşan, bir söylediği bir diğerini tutmayan, ne zaman doğru ne zaman yalan konuştuğu kestirilemeyen, ne olduğu belli olmayan, yağcı, işini başkalarına yaptırmaya çalışan alkol tutsağı, sürekli kadın bedeninden bahseden kavgaya hazır erkek. » diyorlar.
O, her anı suçluluk duygusu içinde yaşayan bir insan. Suçlarını kendisi ve kendisini yönetenler, kendisine emir verenler biliyorlar. Kendisi Kürdistan’da suç işlemiş bir subay olarak, deşifre olmuş bir insan olarak Türkiye de yaşayamazdı. Türkiye Cumhuriyeti binlerce köy ve mezrayı havadan bombalama suretiyle, yerden de top atışları ve bizzat tutuşturarak yaktı. Kürdistanı insansızlaştırma, Kürdleri göçertme, sürme projesi oluşturulmuştu. Oluşturulan, görevlendirilen ekipler kürd işbirlikçilerde bulmuşlardı. İnsanlarımızın milyonlarca dolarını alıp, onları mal gibi gemilere istifleyip, deniz yolculuklarına sürüklediler, sürdüler. Subay-astsubaylardan oluşan insan ticareti ekibleri Kürdlerin parasını alarak Kürdleri topraklarından uzaklaştırıyorlar, sürüyorlar ve derin devlete sermaye oluşturuyorlardı. Bu paralar savaşta da kürtlere karşı kullanılıyorlardı. Bu subay da bir geminin kaptanlığını yapmıştı. Deniz sularına girdiği bir avrupa ülkesinde yakalanıp, hapse atılmıştı. Kürdistan’da görev yaptığı süre içinde kullandığı araçla, taşıdığı devlet personeliyle bizzat savaş suçu işlemişti. Savaş ortamında ruhsal rahatsızlığa yakalanıp, görev yapamaz duruma düşmüş, ondan sonra da insan ticareti bölümünde rol oynamaya başlamıştı.
O, sonunun Hayati Bilgin gibi olma korkusunu her an yaşayan korku dolu bir pilot olmasına rağmen Kürdistan’daki duruşu, görüntüsü ve avrupa sokaklarındaki görüntüsü çok farklıydı. Orada kahraman bir subayken, avrupa da insanlar tarafından dışlanmanın, kabul görmemenin acısını yaşıyordu. Yer, insanlar çok farklıydılar. Siyasal, sosyal, ekonomik kültüre göre bir ülke de kahraman olan, bir diğerinde « Sen, hey suçlu ayağa kalk. Savaş suçu işledin.» muamelesi görebiliyor, görüyor. Kahraman ünvanlı işkenceciler, ölüm tarlalarının pilotları, ülke değiştirmek zorunda kaldıklarında rollerini en iyi şekilde oynayarak kendilerini mağdur olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar.
O, çok karmaşık bir kişilik. Devleti yönetenler tarafından ateşe doğru uzatılan maşa haline getirilip, kullanılmış biri. Konuşurken hep bir şahit görüntüsü oluşturdu. Yani kendisi yıkım, yok etme, kaybetme ekibine dahil değilmiş imajı, hissi yaratma çabası gösterdi. Eylemde ve duyguda şahitti ! İyi eğitilmiş, dikkati başka yöne çekmeyi beceren, son derece uyanık bir ordu mensubu ve pilottu. Kürdistan adlı sahnede oyuncu değilde, seyirciymiş rolünü oynadı. Yemek yerken bir an da boş bulunarak « Benim yaptığım görevi kardeşlerim dahi bilmiyorlardı. » dedi. Psikolojik tedavi gördüğünü hep gizledi.
Konuşmak istemediğinde konuyu değiştirmek için sözü hemen kadınlara getiriyordu. Beraber olduğunu belirttiği ( !) kadınlardan bahsetti. Türkiye’de şekillenen, ordu da eğitilen, görev yapan biri için kadın bir objedir, maldır. Sexüel araçtır. Değeri yoktur. Helikopter pilotunun kendi hislerine göre de kendisi erkek değildi. Ordu tarafından kadınlaştırılmıştı. Psikolojik olarak alttaydı. Üste çıkması, aradığı yere ulaşabilmesi için de hep karşı cinsten, kadından bahsetti. O, kadına, kadın cinsine basıp yeniden erkekleşmek, erkek olarak olması gereken yere ulaşmak istiyordu.
Sürekli kadından bahsetmesi, bir erkek olarak iktidarsız olduğunun da göstergesi değil miydi ? Bilmeden sorununun varlığını dışa vurmuyor muydu ? Kadınlar tarafından ilgi çeken, aranılan bir erkek olduğu izlenimi oluşturmaya çalışırken, kendisi gibi savaş alanında bir süre kalanların içine yuvarlandıkları sexuel sorunlar yumağını da açmış olmuyor muydu. Ordu mensubu olmasından, yoğun korku, endişe, stres altında yaşamış olmasından dolayı çok sayıda meslektaşı gibi o da savaş alanında cinsel iktidarını kaybetmişti.
Bir ara Avrupa’da büyük bir şehirde jigololuk yaptığını söylediğinde şaşırdım. Nedenlerini sordum. Kendisine göre sıraladı. İnanmadım. Karşımda oturan suçlu şizofreniye doğrumu gidiyor. Cinsellik saplantısı sinyalimi ? Düşünceye daldım. Sahip olduğum psikoloji alanındaki bilgiyle kendisini anlamaya çalıştım. O, kötü geçmişi hatırlamamak, bahsetmemek için sözü kadınlara doğru yönlendiriyord, isimler sayıyordu…
Ağlamak ! Onda bir alet. Aynen kadın gibi. İçki, kadın, eşya kırma, saldırganlık, küfürlü konuşma, sofrasına oturduğu yemeğini yediği insanların arkasında aşağılayıcı cümlelerle değerlendirmeler yapma, kendisindeki ahlaki çöküntünün sinyalleriydiler. Yalnız kalamıyordu. Yalnızlıktan korkuyordu. Ama arkalarından konuştuğu, hakaret ettiği insanlarla da görüşmeye devam ediyordu. Sosyal ilişkilerde sorun yaşıyordu.
Kendisini içinde bulunduğu azap çemberinden kurtarmanın tek yolu ise Lahey Adalet divanına başvurup kendisini savaş suçlusu olarak ilan etmesiydi. Bütün suçlarını, birlikte görev yaptığı kişilerin kimliklerini, suçlarını açıklamasıydı. Ancak bu gelişme kendisine yardım edebilirdi. Konuştukça rahatlayacak, korkularından kurtulacak. Suçluluk yükünü çekemez duruma gelen bedeni bu yükten kurtulacak, kendisine eziyet etmeye son verecekti. O. bir kez yargılanırdı, cezalandırılırdı. Yaşam boyunca ceza çekmeye mahküm olmaktan kurtulurdu. Kendisine psikolojik destek verilip, tedavi edilirdi. İntihar girişimleri son bulurdu. Geceleri çığlıklarla uyanmazdı. Kendisini insanlara kabul ettirme, güven sağlama çabaları son bulurdu.
Şimdi korkuları vucudunu sarmalamış ve aynen ekşiyen, şişen, kokan bir yemek gibi midesini, bağırsaklarını şişirip rahatsızlığının oranını yükseltiyorlar. Sustukça, gizledikçe şişiyor. Rahat oturamıyor ve kıvranıp duruyor. Patlaması, sadece kendi bedenine zarar verir, kendisini savaş aleti durumuna getirip sırtından terfi alanları değil.
Şurası bir gerçek ; Kürtlere acı çektirenler mutlu olamıyorlar. Çektirdikleri acıların oluşturdukları korku yağmurları altında ıslanıyor, panik seli içinde psikolojik sorunlar eşliğinde kayalıklardan denizlere doğru yuvarlanmaya başlıyorlar. Korku dalgaları onları sürekli kayalıklara doğru savurup, canlarını acıtmaya devam ediyorlar.
T.C. Ordusu mensupları, can damarlarını kesmek için uçurumların kenarlarına ittikleri biz işkence kurbanlarından, sürgüne mahkum ettiklerinden, vatan hasretini rüyalarıyla giderenlerden, yetim çocuklarını savaşın, göçmenliğin darbelerinden kurtarmaya çalışan annelerden de yardım bekliyorlar. Hangi koşullarda, hangi şartlarla, kendilerine nasıl yardım edebiliriz ?
Pilot subay ; sığınma başvurusunda bulunduğu ülkenin sokaklarında aç günler geçiriyordu. Kaçak olarak trenlere biniyordu. Biraz içilmiş ve atılmış sıgara izmaritlerini yerlerden toplayarak içiyordu. Paris sokaklarında kloşarları (evsiz barksız, alkol tutkunu, sokaklarda yatan, kir içindeki erkekler) gördükçe bu savaş suçlusu ve mağduru subayı hatırlıyorum.
Ben kendisine söz verdiğim gibi davrandım ve kimlik bilgilerini açıklamıyorum.
Bay X aileniz hangi sınıfa mensup?
X- Babam ilkokul mezunu ve işçidir. Kürt ve Çerkez melezidir. Annem ise Laz dır. Çok yoksul bir aileden geliyor. Geçimini trenlerden düşen kömürleri toplayarak satan, bununla ekmek parası kazanan bir ailenin ferdi. Aile yoksulluk sınırlarının altında kalan bir bütçeye sahip. Annem, yoksulluktan dolayı okuyamıyor. 14 yaşın da ise babamla evlendiriliyor. Ben gecekondu da büyüdüm.
Harb okullarında ki askeri eğitimden bahseder misiniz? Halklara bakış !
X- Programa Kara Harb Okulu bölümlerine göre yer vermek, ayırmak gerekir. Orduda uzmanllaşma ve askeri işbölümü esası mevcuttur. Askerin ideolojik eğitimi; Atatürkçülük ilkelerini temel alan, ırk, ordu üstünlüğünü, yenilmezliğini bayraklaştıran bir anlayıştır. Örmeğin her sınıfta öğrencilere; taktik istihbarat elektronik derslerinin yanısıra liderlik dersleri de verilir.
Çok üst düzey de Kara Harb Okulu yöneticilerinin katıldıkları haftalık toplantılarda yapılan üstünlük propagandası aslında psikolojik savaşa harzırlama amaçlıdır. Kara Harb Okulu öğrencileri sadece yönetim tarafından izin verilen pastane ve kahvelerde outurabilirler. Bazı subaylar öğrencileri takib ederler. Yani okul dışında da öğrenci gözetim altındadır. Bu izlenme, oturulabilinecek yerlere oturabilme de, eğitimin bir parçasıdır. Öğrencinin bireysel iradesi tümüyle okul yönetimine teslim ediliyor. Edilmek zorunda. Öğrenci olarak çizilen çerçevenin içinde yaşamak zorundasın.
Örneğin Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde okuyan ögrenciler solcudurlar. Bu üniversite de okuyan bayanlarla arkadaşlık yapamayız. Her öğrenci gözlemleniyor, izleniyor ve toplanılan bilgiler bir dosya da biriktiriliyor. Hazırlanan dosya 7 bölümden oluşmakta. Askeri okul; beyin yıkama yeridir, makinasıdır.
Halklara bakışa gelirsek; Birinci sınıfta düşman kuvvetine örnek olarak Rus Ordusu veriliyor. ABD, Rusya’ya düşmandır. T.C. ise NATO üyesidir ve ABD’nin müttefikidir. O halde ordumuz da Rusya’ya karşı düşman politikasi güdecektir. Öyle bir Rus düşmanlıgı yapılıyorki, öğrenciler öyle bir manipüle ediliyorlarki, biri sokakta “Ben Rus’um” dese, hiç düşünmeden, çekinmeden O kişiye saldırabilirsiniz.
Piyadeler ; İstanbul, Tuzla
Topcular ; Ankara, Polatlı topçu okuluna
Tankcılar ; Etimesgut
Muhabereler ; Ankara, Mamak
Jandarmalar ; Ankara, Güvercinlik
Personneller ; Konya
Levazım ve maliye; İstanbul’da, eğitilirler.
Havacılık Okulunda esas olarak iki tip pilotluk var. Biri T37 T41 Dorner Cesna Antonov gibi uçak pilotlarını yetiştirir, diğeri helikopterler H.1 33. Sadece uçuş mantığını ögretir. Teknik bilgileri kısmen verirler. Teknisyenle birlikte uçulur. Teknik sorun olduğunda, teknik personnel müdahale eder. Öğrencinin toptan 101 saat uçuş yapması ve başarması gerekir.
Skorsky eğitimini 45 günlük süre için de aldım. Skorskiye termal kamera veya diğer parçalar takılıyor, monte ediliyor. Örneğin infraruj bir gözlüktür. Isı sistemine göre çalışır. Her skorsky de makineli tüfek var. Şeridin uzunluğuna bağlı olarak kurşun takılır. Mitralyözü kullanma askeri teknisyenin görevidir. 1990 larda helikopterin uçuş saati 7.000- 8.000 euro tutardı.
Kürdistan’da görevlendirilmeniz?
X- Jandarma Genel Komutanlığı, beni, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği Komutanlığı emrinde olmak üzere Şırnak 23.ncü Jandarma Sınır Tugay Komutanlığına tayin etti. Görevli olarak verildiğim yere gittim. Eşim ise benimle gelemedi. Çocuklarımla birlikte ailesinin yanına gitti. Çünkü görevli olarak verildiğim bölge de savaş vardı.
Şırnak’a gitmeden önce uçakla Diyarbakır Asayiş Bölge Komutanlığı’na gittim. 7 kolordu Jandarma Hava Gurup Komutanlığında otuza yakın pilot vardı. Bunlar değişik birliklere hizmet eden pilotlardı. Diyarbakır’da yatacak yer bile bulamadım. Tayin dönemiydi. Çok sayı da kişi gelip, gidiyorlardı. Çok yoğun bir personel trafiği vardı. Kimileri uçak, kimileri helikopter bekliyorlardı. Şırnak’a gitmek için helikopter bekledim. Helikopterle, Şırnak’a, tugaya götürüldüm.
Benden önce görev yapan subay ilkin bölgeyi, sonra da depoları, santrallerı, çevreyi ve askeri yerleşim yerlerini bana tanıttı. Malzemeleri; muhabere telsizlerini, santralleri, TV ve bütün elektronik cihazları, radyoları teslim etti. Görevi bana teslim ederken de bazı nasihatlerde bulundu ;
“Tugay Komutanı Tuğgeneral Erdal Sipahi’ye dikkat et. Kendini koru. Laf yeme, ceza alma. Ortalıkta fazla görünme.”
Benim, Tuggeneral Erdal Sipahi ile tanışmam çok uyumsuz koşullarda oldu. Bir subay beni kendisiyle tanıştırdı. O, sadece uzaktan el sallayarak “ Hoşgeldin” demekle yetindi. Erdal Sipahi, Uşak’lıydı. O, Tuğgeneral rütbesine sahipti. 1995 Ağustos’un da Şırnak’dan gitti. Benden önce de, benim dönemimde de operasyonları O, yönlendiriyordu. Her gün operasyon yapıyordu. Gidiliyordu, geliniyordu. O, subayları da hapse atardı. Diyelim yemekten geliyorsunuz, odanıza geçeceksiniz. Onunla karşılaştınız. Muhakkak bir şey söyler. Sinirleri bozulmuş, tikleri olan, sürekli vucuduyla uğraşan bir tipti.
Bir tugay da 20.000 den fazla asker vardı. Muhabere planı, birliklerin görüşmesini içerir. Tugay dan bölüğe kadar. Ben tugayın muhaberesinden de sorumluydum. Subay ve astsubayların yerleri ayrı. Subaylar ve astsubaylar lojmanda kalırlardı. Erler ise birliklerinde ve koğuşlarında. Ben, mubabere birlik komutanıydım. Mahiyetim de ; 100 er, 20 astsubay vardı. Komutam altındaki erlere ve astsubaylara hak ettikleri cezaları verirdim. Örneğin izine gidipte, gelmeyenlere.
Muhabere de görevlendirilenlerden bir kısmı muhabere araçlarının kullanımını erlere öğretir. Bir kısmı tuğayın ve bağlı birliklerin bütün muhabere cihazlarını onarır. Bir kesim kayıt tutar. Bir kesim de araçların kullanım durumlarını kontrol eder. Yıpranan, yenilenen.
Muhabere olayı; birliklerin birbirleriyle görüşebilmeleridir. Gizli bilgilerin alınıp, verilmesi istihbarattır. Muhabere üzerinden gizli bilgiler alınır, gönderilir. Yalnız ne gönderen, ne de alan muhabereci içeriği bilemez. Şifrelerle gönderme yapılır. Şifreyi gönderen de, alan da şifreye göre çalışır. Santraldaki de, telsizin başındaki de erdir. Şifreleri bilemez. Bir çok tip santral var. Santralın başın da bir veya, iki er vardır. Aboneye göre görevlendirme yapılır.
Ben görevde iken Marconni marka santrallar alınmıştı. Alınmıştı da, bunlarla iletişim yapılamıyordu. Pek çok deneme yaptık. Fakat iletişim olmuyordu. Örneğin deneme için Diyarbakır Bölge Komutanlığı’nı aradım. Adana Jandarma Bölge Komutanlığı’nı aradım. Sonra Hürriyet Gazetesinden Emin Çölaşan bu konuyu yazdı. Biri de onun yazdığı makaleyi gazeteden koparıp Jandarma Genel Komutanlığına faxlıyor. Yer yerinden oynadı. Bu işin Jandarma Genel Komutamlığı’ndaki sorumlusu Hüseyin ....dir. Gazete küpürünü faxlayanı tahmin ediyor. Kaç kez aradıysa ilgili subayla görüştürmedim. Birliğe burada değil. Uludere’dedir, Silopi’dedir, diye atlatıyordum. Sonunda tutup bir binbaşı gönderdi.
JITEM?
X: JİTEM; Jandarma Genel Komutanlığına bağlıydı. Jitem’i çok duydum. Sivil görevliler rahatlıkla tugaya gelip, gidiyorlardı. Bu kişiler sivil oldukları için geliş, gidişleri dikkatimi çekti. Düşündüm. Bunlar kimler? Köy korucuları mı? Cevap bulmaya çalıştım ve arkadaşlarıma sordum. Cevap ise şuydu; “Bunlar JİTEM’ciler.” Çok sık gelip, gidiyorlardı. Bu kişiler; telsizlerin parçalarını değiştirirken, parça alıp, verirlerken kendileri için; “Biz özel harekatçıyız”derlerdi. Kağıt üstünde, resmi belge de JİTEM yok. JİTEM de görevlendirilenler “Özel harekatçılar” olarak isimlendiriliyorlar. Bunlar; sivil kıyafetli, saçlı, sakallı subay ve astsubaylardan oluşmaktaydılar. Resmi işlemler, maaşlar “ Özel Harekat” adı altın da kağıtlara işlenir. JİTEM görevlilerinin maaşları normal subaylardan fazladır.
Erol Albay, şube müdürüydü. JİTEM mensupları şube müdürüyle görüşürlerdi. Bunların istemleri tugay komutanına yazılırdı. Tugay komutanı “olur” verirse, şube bölüğüne verilen emir gereği bölükte, JİTEM’ciler için istenileni yapardı.
Her subayla ilgili özel şahsi dosya tutulur. Örneğin görev verilen subayın zaafları, özellikleri tek, tek belirtilir. Yüz üzerinden not verilir. MİT’le, askeri istihbarat arasın da iletişim, bilgi alış-verişi var. Çünkü Jandarma Genel Komutanlığı, İçişleri Bakanlığı’na bağlıdır. Dolayısıyla ülke çapında MİT’in falliyetlerine bağlı olarak ordu içinde ayrıca subaylardan oluşan gizli bir askeri istihbarat teşkilatı vardır. Bu, Genelkurmay Milli Güvenlik Kurulu, Milli Savunma Bakanlığı ve Özel Harp Dairesi kooordinasyonu denetiminde ordu eğilim ve yönelimini denetler.
Şırnak’da Jandarma Alayının kuruluşu çok mu farklı ?
X- Evet, çok farklı. Erler var. Levazım deposu. Mümimmat cephesi. Bir sürü bölük var. Bütün Piyadeler karacı oldukları halde, Jandarma; 3.piyade taburu, 1 tank taburu ve bir de mekanize taburu bulunmakta. Bütün Silopi (Girik), Cizre (Cizira Botan), Şenoba (Helena-Sêgirkê), 5 taktik alay ve her alaya 20 tabur. Şırnak (Şirnex) nüfusundan çok daha fazla asker vardı. Normalde her personelin kendisine ait zimmetli eşyası vardır. Olağanüstü Hal Bölgesi çok farklıdır.
Askeri yargılama
X- Eşya kaybolursa tutanak tutulur. Subaylar için sorun halledilir. Eğer eşyayı kaybeden erse fiyatını öder ve askeri mahkeme de de yargılanır. Disiplin subayı o kadar erin, subayın disiplin işlerine bakıyordu. Disiplin cezası 7-8 günden, 2 aya kadardır. Disiplin subayı savcı rolündedir. Suç işliyenin ifadesi alınır. Durumu Askeri Mahkeme Başkanı olan subaya sunulur. İşlenen suçlar değişiktir. Nöbette sigara içmiştir, içtimaya geç kalmıştır. Mahkeme başkanı, nöbette uyumaya 7 günden iki aya kadar ceza verirdi.
Görevlendirmeler
X- Asli görevim, muhabereydi.... Aynı zamanda pilottum. Başka görevlerimde vardı. Ek görevler için ücret verilmiyordu. Sadece uçuş pirimi alıyordum. Birlik içinde beni şaşırtan durum ise şuydu; her sabah toplantı da ; “ Dün ne oldu? Bugün ne olacak? Yarın ne olacak? Yarın için planlama ne olacak? ” Ben, yarın ne olacağını bilemezdim. Bu toplantıya katılanlar; tugay komutanı, kurmay başkanı, bütün şube müdürleri ve bölük komutanlarıydılar.
Operasyonlar
X- Örneğin bir gurubun yeri keşfedilmiştir. Ajan, ihbarını tugay komutanlığına vermiştir. Tugay komutanlığı, Diyarbakır Aşayış Komutanlığı’ndan Korgenerali arar. Kimden ne bilgi almışsa iletir. Bundan sonra ilkin F-5 ilgili bölgeye gönderilir. Tur atılır. Alanı kamerayla tesbit eder. Bilgileri F-4 ve merkez üsse bildirir. F-4 kaldırılır ve F-5 lere eskort yaptırılır. Hedefler gösterilir. Uçaklar alanı bombalarlar.
Kobralar savaş helikopterleridir. Görevleri bombalama, jet uçakları gibidirler. Attıkları roketler kobranın sistemidir. Bomba roket atar. Fakat tipini bilmiyorum. Ancak herhangi bir bomba da ayarlanabilinir. Havadan kobralar, karadan timler, havadan hava kuvvetleri uçakları görev yapar. Cobra da iki pilot olur. Birisi helikopter kullanırken, diğeri ateş açar. Ateşçidir.
Şırnak tugay da ki muhabere şube müdürü planlamayı yapar, bildirir. Askeri taktik ve planlamaları kurmay başkanı ve kurmay subayları yönlendirirler. Bilgi vermeme gereği duyarlarsa, sadece operasyon sabahı gerekli bilgiyi verirler. 20 assubay 100 er vardı. Bana, tugay komutanı, kurmay başkanı emir verirdi. Ben gittiğimde helikopter hazırlanmış olurdu. Bana sadece koordinatlar verilirdi. Skorsky 22 kişi alır. Gerektiğinde, hava müsaitse daha fazla insan taşınır. Yaralı askerleri, korucuları hastanelere taşırdım. (Peki esir düşen gerillaları, gözaltına alınan sivilleri taşımıyor muydu? Söylemiyor.)
Hangi yoğunlukta bir savaş yürütüyordunuz?
X- Yoğunluk demek, şiddet demektir. Orada orta yoğunlukta bir savaş var. Bir de bölgesel savaşlar var. Oradaki savaş orta yoğunlukta bir savaştır. Ama devletin bütün yoğunluğunu almıştır. Orta yoğunluktaki savaşta nerede olay varsa, saldırı orayadır. Türk Ordusu orta yoğunluktaki savaşı aştı. Toptan savaş olduğu anlaşılırsa dünyaya rezil olacak. Bölgesel savaş olursa da NATO’dan yardım alamaz.
Fiilen savaşın devamını isteyen kim? Ordunuz, Güney Kürdistan’a pek çok operasyonlar düzenledi. Özellikle AKREP Operasyonu 19 Mart 1995 de gerçekleştirildi. Sadece uluslararası hukuk çiğnenmedi, savaş suçları da işlendi. Katıldığınız operasyonları anlatır mısınız?
X – Devlet, bu savaşın devamını istiyor. Yani T.C.Ordusu’nu yönetenler istiyorlar. Savaş; subaylar için gelir kaynağıdır. Orgeneral Aydın İlter Şırnak’a geldiğinde Olaganüstühal Bölge Valiliği’nin kaldırılması isteniyordu. Subaylar ne yaptılar biliyor musunuz? Şırnak’ta köy koruyucularını Cudi dağının eteklerine gönderip, taciz ateşi açtırdılar. “Basıldık, terrörisler var.” denildi. Basılma falan yoktu. OHAL bölgesindeki görevliler çift maaş alıyorlar. Bu gelirlerinden olmak istemiyorlar. Bundan dolayı da Aydın İlter Şırnak’dayken orada görevli subaylar Cudi eteklerinde silah attırdılar. Bu girişim OHAL’i devam ettirme amaçlıydı. Bu atışlar OHAL’in devamlılığını sağladı.
Şubat ayı içinde Silopi’ye gittik. Bize “Cihazları, erleri alın Silopi Alay Komutanlığına gidin. Yarın sabah orada olacaksınız.” Emri verildi. Hazırlandık, taktik alay komutanlığına gittik. Yer gösterdiler. Tabur geldi. Her yerden Siirt (Sêêrt), Mardin(Mêrdin) Komando taburu aynı frekanstla toplandı. Ben, bizi sınır ötesi operasyon için topladıklarından haberdar değildim. Orada operasyon hazırlığı yapıldı.
Bilemiyorsunuz. Bir kamyom hareket halindeyken Silopi-Cizre(Cizira Botan)arasında yükledik. O anda anladım ki sınırötesine götürülüyoruz. 19 Mart gecesi sabah üçde sınır geçildi. Silopi (Gırık), Habur (Xabur), Zaho(Zaxo). Zaho’ya girildi. Darkar Ajam’a varıldı. Topçular yerleştirildi. Bir mahşer yeri. Gel de irtibatları sağla! Topçu bölüğünün irtibatı sağlandı. Bizi Okula yerleştirdiler.
1
Bay X in kendi el çizimi ile yer belirlemesi
2
Sındi boğazının girişinde herhalde bir gurup vardı. Topçu, atış yaptı. Top, gümbürtüyle yanımıza düştü. Hepimiz çil yavrusu gibi dağıldık. Birlikle irtibat sağlandı. İlk gün timler dağıldılar. Her tim de 11 kişi bulunuyordu. Timler dönmeye başladılar. Her tim yöre halkından 10-15 kişiyi beraberinde getiriyordu. Bunlar sorguya, işkenceye alınıyorlardı. Allahın her günü gözleri bağlı insanlar getiriliyorlardı. Eli tutan insanları toplayıp, sorgu odalarına tıkıyorlardı. Kocalarını aramaya gelen kadınlar, babalarını soran çocuklar.....
Bu arada “Anadolu’dan Görünüm” ekibi de oraya getirildi. Programı yapan Gündüz Aktan’mıydı, neydi ? Adını unuttum. O, ekibiyle birlikte gelip, orada çekimler yaptı. Köye elektrik aktardık ve köy de kalındı.
F-16 Sindi boğazını bombaladı. Akrep operasyonu süresi içinde her gün bombalama yapıldı. Hedefler gösteriliyor, uçaklar bombalıyor. Yerleştirildiğimiz okulun alt tarafında akarsu mevcuttu. Okulun girişinin solundaki odaya paşalar oturdular. Koridorun bir tarafındaki bahçe tuvalet olarak kullanılıyordu. Bahçeyi döndüm. Önüme çıkan odayı muhabere odası olarak aldım. İstihbaratçı binbaşı Ziya Batur’u ararken işkence yapılan büyük salona girdim. Ziya Batur, çizmeleri giymişti. Salonun altı suyla doldurulduğundan işkenceciler çizme giymişlerdi. 5, 6 sivilden herbirinin yanında bir kaç işkenceci bulunmaktaydı.
Ziya Batur, bir masanın kenarında oturmuştu. Beni görünce bağırmaya başladı. “Çık, hemen çık. Burada ne arıyorsun.” Bu şekil de işkence yapılan salonu görmüş oldum. İstihbarata bakan şube müdürü bu kurmay binbaşıydı. Ziya Batur’un örtülü ödeneği vardı. Yerel insanlardan jandarmayla işbirliği yapanlara, istihbari bilgi verenlere bu örtülü ödenekten dağıtım yapardı.
Biz temizlenmek için yakındaki akarsuya giriyorduk. Ben de gusül abdesti adeti vardır. Ne zaman kendimi öyle his etsem akarsuya yıkanmaya giderdim. Akarsuyu gece tuvalet olarakta kullanıyorduk. Gece okuldan, dereye kadar ilerlerken, cesetlere basıyorduk. Ayaklarımız işkencede öldürülen kişilerin cesetlerine takılıyordu. Ben kusmak istiyordum. Akarsuda cesetler görür ve ürperirdim. Askerler akarsuya gitmeye korkarlardı. Çünkü onlarda benim gördüklerimi görüyorlardı.
O ara “Özel kuvvetler” denen bir tabur geldi. Bunlar özel seçilmis subay, astsubaylardı. Hergün gidip, geliyorlardı. Bir gün yaklaşık bir çuval dolarla geri döndüler. Nereden, kimden, nasıl alındı? Kaynağını bilmiyorum. Ayrıca beni ilgilendirmiyordu. O. K., köyde arama tarama yapıldığından söz etti. Orada para birimi olarak dinar vardı. Sığara almak için para istedim. Bana dollar verildi. Bu şekil de siğara alabildim. Rütbeler ve apoletler sökülmüştü. Her önüne gelen muhabere birimine giremezdi.
“Özel kuvvetler” mensubu Hayati Bilgin özel timdi. Tokat’lıydı. Assubay üstçavuştu. Uzmançavuş Kürşat’da aynı ekiptendi. 4-5 astsubay vardı ki bunlar sıra dışı idiler. Herkesin bir görevi vardı. Bunlar ise “çok özel tim” olarak adlandırıyorlardı. Normalde her personelin bağlı olduğu mali bir birim vardı. Bizlerinki belliydi. Bu ekip, bu farklılığıyla da dikkat çekti. Maaş Astsubay Hayati, Uzmançavuş Kürşat...olarak gelirdi. Normal personel 3.000 alıyorsa, onlar 5.000 alıyorlardı. Bu ekipte yer alanlar doğrudan Erdal Sipahi’ye bağlıydılar. Bütün emirleri Erdal Sipahi’den alırlardı. Bu bilgileri aktarıyorum. Altına imza atmaya da hazırım.
Her birimden bir nöbetçi subayın olur. O, o birimden sorumludur. Her akşam bir subaya nöbetçi amirliği nöbeti yazılırdı. Yani bütün nöbetçilerin başı. Ben de o gece nöbetçiydim. O akşam ben sıgara içmek için bahçeye çıktım. Hayati Bilgin’i gördüm. Baktım uflayıp, puflayıp duruyor. Hayati nedir, bir şey mi var? Dedim.
“Komutanım boş ver” dedi.
Kendisine, gel bizim çocuklar çay, kahve yapmışlardır. Birlikte içelim teklifinde bulundum. Benle geldi. Kendisini aldım, muhabere odasına götürdüm. Rahat olmadığı, sıkıntıda olduğu belliydi. Ona, Hayati nedir, niye sıkıntıdasın? Sorularını yöneltim.
“Komutanım artık korkuyorum”
Hayati neden korkuyorsun? Korkmanı gerektirecek ne var? Önce konuşmak istemedi.
“Komutanım boşver”
Ben üsteledim. Ya ne var? Çekiniyorum, ürperiyorum desen anlarım. Korkmanı gerektiren ne var? Paşanın kıçında olan bir adamsın! Benim gibi 24 saat azara, fırçaya maruz kalan biri değilsin. Senin ağzından çıkan, paşanın ağzından çıkmış, paşanın emriymiş gibi kabul görüyor. Hayati Bilgin, paşanın en has adamısın!
“Komutanım iş bildiğin gibi değil.”
Tugayda, Hayati Bilgin konuştuğunda, bir şey istediğinde talebi ciddiye alınır, istek derhal yerine getirilirdi. Ben üstelemeye devam ettim. Bilmediğimiz nedir? Bildiğimiz bir bok yok. Bunun üzerine konuşmaya başladı.
“Komutanım çıkıp termal kameraya bakalım.”
Birlikte okulun üstüne çıktık. Oradaki askeri görevli termal kamerayla köyün bayanlarını gözetliyordu. Kendisine kızdık. Yeniden aşağı indik.
“Komutanım sen hiç insan öldürdün mü?”
Kendisine, bizzat bilerek, isteyerek, hedef alarak kimseyi öldürmedim. İnsan, askeri malzeme taşıdım. Bunlar ölüme hizmet ettiler, dedim.
“Komutanım birini mi, yoksa birilerini mi diyorsun?”
Hayati, senin durumunu tahmin ediyorduk. Nedir işin aslı?
“ Komutanım çatışmalar dışında 54 kelle aldım.”
Hayati, 54 kelle neyin nesi?
“Paşa birinden gıcık kapardı. “İndirin” derdi. Gider indirirdik. Paşa duyum alırdı. Falanca adam, Şırnak’ın bir köylüsü, PKK’ye yardım ediyor.”
Paşa “İndirin” emrini verdimi gider indirirdik.”
Daha fazla üstelemedim ve nereye varacak bu iş? Sonu neresi?
“Korkuyorum. Beni götürürler.”
Hadi canım sen de. Paşa’nın koruması ve bir numaralı adamısın! Seni de mi götürecekler?
“Yok komutanım, bildiğin gibi değil. Çok şey biliyorum.”
Böyle ayrıldık birbirimizden. Hayati Bilgin iki gün sonra Şırnak mahalli erkek giysileri içinde okulun önüne getirildi!
Hayati Bilgin öldü mü? Öldürüldü mü? Kendisini kullananlar mı ölüm fermanını yazmışlardı ve çalışma arkadaşlarına mı öldürttüler?
X- Hayati ve Murat bir yere gitmişlerdi. Öğle vakti telsiz sesi geldi. Baktım Murat’ın sesi.
“Ben hafif, Hayati ağır yaralı. Ambulans gelsin.”
Konuşulanları duyunca yemek yemeyi bıraktım. Dışarı fırladım. Ambulans yola çıkarıldı. Hayati’ye koştular. Döndürülen araçta birileri vardı. Herkes Hayati’yle ilgilendi. Kimler yanındaydı? Hatırlayamıyorum. Hayati’ nin mahiyetindekiler ağlamaya başladılar.
“Komutanımız gitti, öldü.”
Hayati Bilgin’inin nişanlısı da Şırnak devlet hastanesinde hemşireydi.
Erol Sipahi içerden çıktı; “ İntikamı alınacak. Beni tanıyor musunuz?”
Yani “ben eserim, öldürürüm, mahvederim.....”
Ben muhabereye gittim. Şırnak tugaya mesaj çektim. Hayati’nin öldürüldüğünü bildirdim.
Hayati’nini görev arkadaşı Murat, serçe parmağının kenarından, yakından ateşle yaralıydı. Hayati ise kalbinden vurulmuştu! Doktor geldi ve kontrolu yaptı.
“Silah çok yakından sıkılmış. Deri yanmış.”
Belirlemesinde bulundu. Mermi kor halindeyken, yani sıcakken Hayati’nin kalbine girmişti. Bu demekti ki Hayati yakınında duran birileri tarafından vurulmuştu! Mart 1995’di. Saldırıyı gören yok. Görgü tanığı yok! Ama her iki “çok özel tim”den biri ölmüştü. Her ikisi de yakın mesafeden atışa hedef olmuşlardı! Hayati Bilgin ekibiyle ilgili bilgileri iki gün önce bana anlatmıştı. E.Sipahi’nin emirlerini yerine getirdiğini vurgulamıştı.
Hayati 26-27 yaşlarında ve çok güzel kürtçe konuşurdu. Tokat kürdü müydü? bilmiyorum. Tip olarakta kürtlere benziyordu.? Şırnakta, şırnaklılar gibi giyinirdi. Paşa kendisine “Falanca mal müdürü PKK’ye yardım ediyor. Sorgulayın” emrini verdiğinde, O, sorgulamaya götürüyor. Sorgulamaya gidene ne oluyordu? Bunu Hayati biliyordu. Uzmançavuş Mustafa da aynı ekiptendi.
Hayati Bilgin, çatışmalar hariç 54 kelleyi nasıl aldı? İple mi boğdu? Kafayı mı kesti? Bilemiyorum. Zaten olacağı buydu. Kendisi de sonunu tahmin etmeye başlamıştı. Hayati Bilgin, Murat onların komutanıydı. Murat ve Hayati araçlardan indirildiklerinde şırnaklı erkeklerin giydikleri şal-şapık denilen elbiselerin içindeydiler. Bölge de erkekler bu elbiseleri giyiyorlardı.
Gerçek neydi biliyor musunuz? Bu “çok özel tim”ler insan kaybetmede, öldürme de kullanılıyorlar. Çok fazla bilgi sahibi oldukları için de tehlikeli görülüyorlar. Görev yerleri değiştiğinde, farklı komutanlarla çalışmaya başlıyorlar. Bunları insan öldürmede görevlendiren birim, tanık istemedigi için, görevlendirdiğini öldürüyor. Hayati 54 can almış, suç işlemiş bir insandı. Kendisine emir verenlerde bu suçlardan sorumluydular. Şırnak’da Erdal Sipahi bütün işlerini Hayati Bilgin’e yaptırdı. Sonuçta da temizletti.
Ben doktor kontrolundan sonra şu inanca vardım; Murat, Hayati’yi temizlemesi için görevlendirildi. Murat, Hayati’yi çok yakından, kalbinden vurup öldürdükten sonra, bizleri inandırmak için de kendi, kendisinin ayak parmağının kenarına da sıktı. O da yaralıydı! Verilen görev buydu!
Hayati’nini öldürülmesinden sonra Murat, Kürşat’la birlikte - yine uzun, ince, gıcık, Tokatlı biri - paşanın yakın koruması oldular. Paşa, tuvalete gitse bunlar kıçında. Paşa nereye gitse, onlar oraya. Paşa odasında. Bunlar da gece çıkar ve illegal işler (görevler) yaparlardı. G-3, kaleşinkof taşırlardı.
Devletin Murat’a, Tokat’ta ev aldığı, maddi olarak desteklediği, onun Hayati Bilgin’i vurduğu yayıldı. Murat, Şırnak’da görevini bitirip gittikten sonra, araba kazasıyla öldürüldü. Murat’ın öldürülmesini de kendisini tanıyan biri bana anlattı.
Hayati, Büyük Birlik Partisi üyesiydi. Hayati ve arkadaşları aldıkları maaşın % 80 inini Büyük Birlik Partisi’ne gönderirlerdi. İşin tuhafı bu “Çok Özel Tim”de yer alanların hepsi Büyük Birlik Partili ve Tokatlıydılar. Hayati’nin cenazesini Tokat’a, köyüne götüren arkadaşla konuştum. Bana “ Hayati’nin köyünün, köylülerinin Şırnak’daki bir köyden, köylülerden farkları yok. Yoksul insalar.” Bilgisini verdi.
Jitem Köy koruyucuları Timler
Komando Özel eğitim
Timler;
A- Tümü subaylardan oluşmakta. Binbaşılar ve üst rütbeliler.
B- Subaylar, teğmenler, astsubaylar karışık.
C- Astsubaylar ve uzman çavuşlar.
D-Köy korucuları
Taşıdıkları silahlar; G-3 piyade tüfegi, kanas, doçka, bixi, kalaşinkof.
Biz bir ay orada kaldık. Gözleri bağlı getirilen insanlara işkence yapılıyordu. Bizimkiler kuzeyden, Saddam ise güneyden bu insanlara şiddet uyguluyorlardı. İşkence yapanlar, sivil kıyafetli askeri ekiplerdiler. Köy koruyucuları da vardı. Aslında dağda yakalanmış bir gerilla bile yoktu. Yakalanan işkenceye yatırılan Zaxo’lu kürtlerdi. Koskoca General Erdal Sipahi kendisi işkence odalarındaki insanları döverdi, işkence yapardı. Birgün Beytülşebab’a gittik. E.Sipahi, orada kendisini karşılamak için sıraya girmiş olanlardan PTT müdürünü yumruklamaya başladı. Telefon telleri, birileri tarafından kesilmiş. 50 km.lik hat. PTT müdürü ne yapabilirki?
Erdal Sipahi; 1.80 boyunda. Kır saçlı, mavi gözlü acımasız bir insandı. Durmadan ellerini, yüzünü yolan biriydi. Kendisini gören ordu mensubu yolunu değiştirirdi. Eşi Şırnak’ta değildi. Paşa, akrep operasyon süresinde okulun altındaki suya girip, çıktı. Üç beş bin kişi sadece paşayı koruyorlardı. E.Sipahi, Şırnak’dan, Ankara’ya verildi. Özel harp dairesinin bir bölümünde başkan olarak görevlendirildiğini duydum.
Strajik yeri olan köylerin bombalanmasına, yakılmasına kim karar veriyordu?
X- Tugay komutanı emir verir. Şırnak tugay komutanı, Diyarbakır Bölge Aşayiş Komutanlığından, O, da Jandarma Genel Komutanlığından emir alır.
Yakılan köyler; Taşdelen, Işıkdere, Yoğurtçular, Cevizli....Görümlü de hala insanlar vardı. Şırnak’a gittim. Çevre de hiç bir yerleşim merkezi yoktu. Hiç bir insan yok. Köyler darmadağan edilmiş. Havadan kobralar, karadan timler. Havadan hava kuvvetleri, uçaklar......
1990- Yazinda evleri yakılan Avyan(Dereler) köylüleri kıl
çadırlarda kalmaya başladılar.
Evleri yakılan çocuklar. Kendilerini ziyaret eden İHD heyeti mensuplarına,
gazetecilere korkuyla, endişeyle bakıyorlar. Her yabancı korkuyu çağrıştırmakta.
1990 Avyan(Dereler) köyünden 8 çocuklu dul anne Fatım Kartal. Kendilerine yapılanları basın mensuplarına-IHD heyetine anlattığı için evi yakıldı. Çocuklarıyla birlikte bir ahırda yaşamaya başladı. Askerler ahırıda yaktılar. O, onurlu, korkusuz, direngen kürd anlarından sadece biriydi.
1992 Siirt-Pervari-Erkent köyünden Sözdar. Açlık ve çocuk olmak.
Köyü yakıldı. Babası öldürüldü. Yakınları Adana`ya yerleştiler. 3 yaşındayken de öldü.
Niçin hayvanlar öldürüldü. Tarlalar, bağlar yakıldı ?
X- Şunun söyliyeyim. Bir birimi eyleme gönderiyorlar. Bunun özü göt korkusudur. O birim, hayvandan bile korkuyor. Çünkü hayvanın sağ kalması aynı zamanda oradaki Kürdün beslenmesidir.
1992 Siirt-Eruh ve Dargeçit arasında ki bölge de askerlerce yerleştirilen mayınlara basan hayvanlar ve
kopmuş ayaklar.
Kiçan aşiretinden çocuklar. Bu aşiret mensupları kışı Cizre ovalarında
(Cizira Botan) yazı Van yaylalarında geçiriyorlardı. Yaylaya çıkışları yasaklandı.
Savaşın jandarma Şırnak Tugay Komutanlığı’na bağlı personel, asker üzerindeki etkileri nelerdi?
X- Özellikle Şırnak’da her hafta intihar vardı. İntiharla, kendini öldürme arasındaki fark; intiharda beden dağılıyor. Yani çözülen beden içteki yapıyı olduğu gibi dışa veriyor. Bazan çıldıranlar oluyordu. Subay, astsubay, er. Askeri savcı konuyla ilgiliydi.
Bazan yaralı olan askeri günlerce gerillanın hakim olduğu alandan alamıyorduk. Gitme imkanı doğduğunda da, gidip bakıyordum ki kokmuş, kemiklere kurt girmiş, et çürümüş. Berbat bir koku. Çok kötü. Ben bu görüntülerden dolayı et, salçalı yemek yemez oldum. Masaya oturduğumda sanki kurtlanmış ceset karşımda, koku da burun deliklerimde.
Kürdistan’da bulunduğunuz dönem de kürd savaşçılar tarafından kaç helikopter düşürüldü?
X- Merkez Ankara ve Diyarbakır’dır. Başka yerlerde varlarsa, bilmiyorum. Şırnak’ta merkez üs yoktu. Diyarbakır’dan gelip, giderler. Şırnak’da sürekli 2 adet bulunurdu. Devlet “Helikopter düşürüldü.” demez. “Düştü”der.
1995 yazında PKK’lılar Diyarbakır kırsalında bir silahlı scorsky helikopterimizi düşürdüler. İçinde 5-6 pilot vardı. Skorsky yeni alınmıştı. “Bir skorskye silah bağlansa, kobra gibi kullanılsa sonuç nasıl olur?” amacıyla, deneme uçuşuna çıkarılmıştı. “Pilot hatası sonucu düştü”denildi. Oysa PKK’lılar roketle vurmuşlardı. Skorsky savaş helikopteri değil. Manevrası bir kobra gibi değil. Bir nevi kamyon diyebilirsin. Taşıma da kullanılıyor. Kaç helikopter düşürüldü? Bilmiyorum.
İnsanlara yaklaşım
X- Vatandaş tugaya gelirdi. Kimilerine son derece kibar, kimilerine ise hayvan muamelesi yapılırdı. Var, yok, it muamelesi, bağırma, çağırma, aşağılama, hakaret….
Ben gördüm, F- 16 uçakları Sindi boğazını bombaladı. Her gün bombalıyorlardı. 25 gün süreyle bombaladılar. Söylediklerine göre F-16 uçaklarının kordinatları var. İki uçağa kordineli hedef gösteriliyor. Bunlarda bombalayıp, dönüyorlar. Akrep oresyonu oldu. Yüzlerce operasyon yapıldı. Ben birine tanık oldum. Demekki diğerleri de öyleydi. Bizim bildiğimiz sadece Şırnak.
Çatışmayı üst sürer. Bölgedeki vatandaşları sıkıştırır. Timler olay sonrası harekete geçer. Türk Ordusu yenilgisini kabul etmez. Kendisini yenen gurubu ve halkı ortadan kaldırmayı amaçlar. Akrep operasyonunda eli tutan kesimleri toplayıp işkence de öldürdüler. Bundan dolayı geceleri yürürken cesetlerin üstlerine bastığımız olurdu. Şırnak’da ise insanlar sorgu merkezlerine getiriliyorlardı. İşkence ediliyorlardı.
Kayıplar
X- Hemen hemen her gün vatandaştan gelenler olur. « Oğlum, kızım tugaya getirildi. Haber alamıyoruz. Kendisiyle ilgili bilgi verin. Haber yok. » derlerdi. Hergün 10-15 kişi sadece bilgi almak için gelirdi. Onlara da muhakak şiddet uygulanıyordu. Ben bizzat görmedim. Bilgi almak için başvuruda bulunanlar bir yere götürülüyorlardı.
Tugay için de çok sayı da bina, oda vardı. Karanlık, ışık olmayan odalar. Buraların hangi amaçla kullanıldığını ilgili kişi bilebilir. O odalar belirli amaçlar için kullanılıyorlardı. Durduk yere yapılmamışlardı. Bilgi alma başvurusunda bulunanlar bir tarafa yöneltiliyorlardı. O odalara mı götürülüyorlardı ? Bilemiyorum. Vatandaşa niye geldin ? Niye bekliyorsun ? diyorum. Yakınlarını aradıklarını söylüyorlardı.
Yoğurtçular (Heştêyan) köyüyle tugayın-Cizre’den gelip, milli karakolu, Şenoba (Helena-Sêgirkê) yönüne gidiyor- önünden geçen yol arasında bir çöplük var. Orada zaman zaman cesetler bulunurdu. Köpekler, ceset parçalarını tugayın oraya kadar getirirlerdi. Ben kendim bir ayak kemiği gördüm. Çöplükte ceset bulunduğu ordu mensupları tarafından söyleniyordu. Ben oraya gittiğimde de o çöplük vardı. Yoğurtçular (Heştêyan) köyünün üst tarafında boş bir yere çöp dökülmeye başlanmıştı. Tugay nizamiyesi dış kapısından çıkınca o çöplük görülüyor. Orada sürekli öldürülmüş insan cesetleri bulunduğu söyleniyordu. Demek ki Hayati Bilgin’de « indirip » yani insanları öldürüp, cesetleri oraya atıyordu. Hayati’nin ağzı çok sıkıydı.
Bütün frekanslar muhaberede düzenlenir. Erol Albay muhabere şube müdürüydü. Hayati Bilgin gelir
« Komutanım, biz bu telsizin frekanslarının değiştirilmesini istiyoruz. »
Erol Albay « Hayati, bu telsizin frekansının değiştirilmesi benim yetkim de değil. Ankara’dan ayarlanıp, gönderiliyor. Ben bunu değiştiremem. Sen de bu telsizi kullanamazsın. »
Hayati Bilgin sıradışı olduğu için, özel hazırlanmış telsiz de bu astsubay üstçavuş üniformalı kişinin, Hayati’nin elindeydi. Şırnak’da, binbaşı telsiz bulamıyor. Hayati ise görünen rütbede zurnanın son deliği. Ama telsizde onun elinde.
Hayati « Benim telsizime Şenoba, Ortaköy, Cizre, vs…. frekanslarını yükle. »
Erol Albay « Sen Şırnak merkezin adamısın. Benim, senin istediğin frekansları yükleyebilmem için, senin oralarda görevli olman gerekir. »
Hayati « Paşamı arayın. O, size söyler. »
Erdal Sipahi aranırdı. E.Sipahi « Hayati ne istiyorsa yapın. » emrini verirdi.
Biz de emri yerine getirirdik. Hayati hep şifaen çalışıyordu. Yani kesinlikle yazılı emir verilmezdi. Sözlü emirle bizlere herşey yaptırılırdı. Bir durum olsa, emirle telsizde değişim yapıldığını ıspatlayamazdık. Hayati Bilgin ve arkadaşlarının çalışmaları şifaiydi.
Çok sayı da esir alınan Kürdün helikopterlerden aşağıya atıldıklarını biliyoruz. Sizin kullandığınız helikopterden kaç kişi atıldı ? Sayabildiniz mi ? Tepkiniz ne oluyordu ?
X- Benim başıma gelmedi. (Gelmemesi mümkün değil. Çatışma bölgelerine, bölgelerinden sadece malzeme değil insan da taşıyordu. Anlatmak istemedi.) Atılmaları arkadaşlarımdan duydum. Çatışmalarda yaralı ele geçirdikleri kürdleri helikopterlerden atıyorlar. 400-500 metre, 1000-1500 fit yükseklikten bırakıyorlar. Bu yükseklikten atılan, yere düşünce paramparça olur. Ya skorsky den ya da UH-1 den atıyorlar. (Kendisi skorsky pilotu !)
Yapan kişi ne yaptığını direkt söylemez. Yüzlerce defa bu durum duyuldu. Gizli tutuluyor. Çünkü yapanlar suçlu duruma düşüp, yargılanmaktan korkuyorlar. Ele malzeme vermek istemiyorlar. Olay olduğunda –yani helikopterden insan atıldığında – söylentisi yayılıyor. Yapan olayı gizliyor. O anda helikopterde olan tanıklardan en az biri durumu taburdakilerden kendisine yakın bulduğuna anlatıyor. Kobradan insan atmak mümkün değil. 18 ayını dolduran er veya yedek subay gidişine yakın tanık olduğu şeyleri yumurtlamaya başlıyor. Bu şekilde gelişmeler, yaşanılanlar, yapılanlar duyuluyor.
(Kendisine Şırnaklı yaşlı bir kürdün helikopterden atılmasını sorduğumda « Ne zaman ? Bilmiyorum » dedi. Adamın vucudunu, göbegine kadar inen beyaz sakallarını tarif edince de tuhaflaştı. Yüzünü döndü. Demek ki Kalê Newroz (Sofi Ehmed) kendisinin kullandığı skorskiden aşağıya atılmıştı. )
1993 – Temmuzu, Zele-Güney Kürdistan. Sofi Ehmed (Kalê Newroz).
Şırnak da helikopterden atılmak suretiyle öldürüldü.
Psikolojik savaş ve dezenformasyon-bilgisizlendirme-yalan haber yayma konusun da bildikleriniz ?
X- Normal de bir çatışma olur. Onlarca asker ölür. O kadar da yaralı olur. Gerila kaybı genel de çok daha azdır. Bakarsın haberlerde tam tersi bir durum haber olarak verilir. Ölen kişilerin yakınlarına yalan söyleniliyor. Uşaklı adam ikizceye getirilip, çatıştırılıyor. 2 ay sonra cesedi yakınlarına gönderiliyor. Adam kayadan düşmüştür. Ailesine gerçek söylenmez. Şehit ilan edilir. Hafta da 6-7, hemen hergün bir intihar olurdu. Niye bilmiyorum ? Stresmi, korku mu, ortam mı ? Ya hemen her gün ölüm oluyordu. Askerin şehit konumuna sokulmayanına bir şey verildiğini sanmıyorum. Halbuki adam savaş bölgesine getirilmese, köyünde kalsa yaşam tutkusun kaybedipde intihar etmez. Onu ölüme gönderenler, kendisini savaş ortamında asker edenlerdirler.
PKK gerilalarının giydikleri kıyafetle, yerli halkın giydigi elbiselerle yapılan katliamlar ? Kaç kez tanık oldunuz ? Taşıdınız ?
X-Bu timler, subat, astsubay, uzman, yani kesinlikle rütbeli kişilerden oluşuyorlar. Bunlar, gerilla elbiseleri giyip, gidip katliam yapıyorlardı. Kesinlikle er kullanılmıyor. Çünkü adam terhis olduğunda gidip yapılanları anlatır.
Tanık olduğum katliam ; Harekat Şube Kurmay Başkanı Kurmay Yarbay Kadir Ali Esener bana « Skorskye bin. Yolcu hazır…kordinata gideceksin. » emrini verdi. Helikopter pistine gittim. Birden şaşkınlık geçirdim. Bu ne ya ?! dedim. Her zaman tugay içinde üniformalı gördüğüm tiplerde vardı. Onun üzerindeydiler. Gerila elbiseleri giymiş ve skorskinin içinde oturuyorlardı. Sıradışı bir görevdi. Yoksa kesinlikle yolcu listesi verilirdi. Liste verilmedi ! Teknisyen isimleri yazılır. Yazılmamıştı. Olaganüstü görev olduğu için liste hazırlatılmamıştı. Biz iki pilottuk. Çok olağanüstü durumda tek pilot olur. Gittiğimde kaptan pilotta hazırdı. Tuhaf bir ismi vardı. Cahit, Cevahir veaya Mücahit. Unuttum. Kendisiyle sağ da, sol da karşılaşırdık. Onunla ilk ve tek uçuştu. Gece kordinatla ve infraruj gözlükle gittik. Tahminim Taşdelen, Sarıziyaret, Ballı tarafıydı. İndik.
« Siz gidin. Kalmayın, kalmayınız. » denildi.
Biz, onları yere indirp, döndük. 1994 veya 95 sonbaharı olmalı. Hava serindi. Ellerindeki silahlar G-3 piyade tüfegi olamaz. Muhakak kaleşinkoftu. İz bırakmak istemiyorlardı. Tugay da, kahvaltı salonun da Tv vardı. Sabahleyin televizyon da haber verilmiş. Haberleri dinleyen çalışma arkadaşlarım « Duydun mu ? PKK köy basmış. Katliam yapmış. » dediler. Diyemiyorsunki, arkadaş o timleri ben oraya götürdüm. Benim taşıdıklarım bu katliamı yaptılar.
O timler nasıl geri döndüler ? Bilemiyorum. Tahminim onlar üs bölgesine çekildiler. Tabi ki o bölge askeri görevlilerinin de durumdan haberleri vardı. Ses çıkarılmadı. Ben ordu kıyafetli timleri defalarca taşıdım. (Burada hıçkırarak ağlamaya başladı) Şunu bilmenizi istiyorum ; ben bu bilgiyi ilk kez birine veriyorum, açıklıyorum. Kime ? Eşime mi, çocuklarıma mı, kardeşlerime mi, kaynanama mı anlatacaktım ?
Peki ya ölülere ve dirilere yapılan tecavüzler ?
X- Ben bizzat görmedim. Tugay da, gerilla bayanlardan sağ veya ölü yakaladıklarına tecavüz ettiklerini anlatıyorlardı. « Falanaca yerde terörist bayanlar yakalandı. Bütün tim üzerlerinden geçti. Ölüye de yapıldı. » Rütbeli de yapar, asker de. Çok rahatlıkla yaparlar. Vucutları çok güzelmişde, kokuyorlarmış. Sürekli dağda kalmaktan dolayı koku oluşmuş. Yapan « Ben yaptım » der mi ? Adam başkası tecavüz etmiş gibi anlatıyor.
Anons ; « Falanac üs bölgesinde bir grup terörist ele geçti. »
Cevap « Alın, gelin. »
Gidip piste iniyorsunuz. Yakalananları bindiriyorlar. Yolcuyu alıp, kalkışa geçiyorsunuz. Pilotsun. Yakalananla direkt bağın olmuyor. İtmeler, kakmalar, horlamalar, bağırmalar. Esir görüntüsü ortada ve siz de esir taşıyorsunuz. Geriye dönüp bakmanız ya da aynadan izlemeniz gerekiyor. Yakalanan kişi günlerce arazide kalmış. Toz toprak içinde. Bağlanmış ve itilip, kakılarak helikoptere bindiriliyor. Yakalananları tugay da mutfağın üst tarafındaki sorgu merkezine götürüyorlardı.
Yakalananı sorgu merkezine götüreni görüyorsun. Rütbe yok. Yaş ileri. Üstündeki tehcizat mükemmel. Kim olduğunu bilemezsin. Polislerde tugaya gelip gidiyorlardı. Şırnak’da personelin % 20 si başka yerlerdeydiler ama maaşlarını da alıyorlardı. Kim kime dum duma. Bir adam elinde telsiz ve dolanıyor. Kimdir ? Görevi nedir ? Bilemiyorsun. Tugayda, personeli de izliyorlardı. Kesinlikle güvenilmez. Sürekli şüpheyle bakılır.
Yaralı PKK lıların hastanede tedavi edilmedikleri söyleniyordu. Ben de yaralıları taşıdım. Taşıdığım yaralılara ne yapıldı ? Akibetleri ne oldu ? Bilmiyorum. Onları sorgu merkezine götürüyorlardı. Girdikleri görülüyordu da, ama çıktıklarını gören olmuyordu. Duymadık ki bir aileye « Çocuğunuzu yaralı ele geçirdik. Gelin alın. » Ya da « Çocuğunuz yaralı ele geçti ve öldü. Gelip ölüsünü alın. » densin. Atıyorlar bir dereye. İzler yok ediliyor….
Peki ya haber kaynaklarına ya da itirafçı yaptıklarına nasıl davranıyorlardı ?
X- İtirafçılara kesinlikle güvenilmez. Bir Memed vardı. Agit vardı. Onları hangi vaatlerle kandırdılar ? Bilmiyorum. Ya Agit nerede ? sorusunu sorduğumda, bana verilen cevap « Mayına bastı ve öldü. » oldu. Bu insanlar kullanılıyorlar ve sonuçta da öldürülüyorlar. Bu kesin. Her bir itirafçı kaybolunca, görünmeyince « Çatışmada öldü. » deniliyordu.
Yerli halkın içinde muhbirler vardı. Jandarmaya bilgi veriyorlardı. Örneğin adam çobandır. Bakıyorsun tin, tin geldi. Haber getirdi. « Şu saate, şurada bir gurup gerilla geçti. » haberini ulaştırıyor. Tugayda da kendisine verdiği bilgi karşılığında para veriliyor, pohpohlanıyor. Adam paraya tenezül ediyor ve ihbarda bulunuyor. Bir yıl bitmeden bu salağın cesedi de Yoğurtçular çöplüğünde bulunurdu. Yerli bilgi toplayıcılar da öldürülüyorlardı. Sadece çok özel tim, personnel değil.
Anladığım bu işlerde kullanılan, zaten bunun için-yani suç işlemek için- görevlendiriliyor. Bunlar şuçtur dediğiniz vakit bir faili meçhule gidersiniz. Vatan hainliğiyle suçlanıp, askeri mahkeme önünde yarğılanırsınız.
Aşiretleri birbirleriyle kavgalı hale getirme Osmanlı politikasıdır. Bu gün de işlerliğini yitirmiş değil. Şırnak ta hangi aşiretleri, bireyleri birbirleriyle kavgalı hale getirdiler ?
X- Ordu mensupları, planlı-proğramlı çalışmalarla Kürd aşiret mensuplarını birbirleriyle kavgali hale getiriyor, birbirlerine düşürüyorlardı. Bizzat ordu mensubu kişiler, muhbirler Kürd aşiret bireyleri arasında çatışma zeminini oluşturmaları için görevlendiriliyorlardı. Bu muhbirler farklı Kürd aşiret bireyleri arasında çatışma yaratacak şeyler söylüyorlardı, yayıyorlardı. Başarılıydılarda. Şahit oldum. Bu muhbirlerin çalışmaları sonucu bir ara Uysallarla, Tatarlar birbirlerine husumet duymaya başladılar. « Ordu bir nifak soktu. » söylentisi Şırnak’ta yayıldı. Tatarlar, köy koruyuculuğunu kabul etmişlerdi. Tatarlar köy koruyuculuğunu kabul ederlerken, Aşiret konfederasyonunun başında bulunan Uysallar köy koruyuculuğunu kabul etmemişlerdi. Karşı karşıya getirilmelerinin temel nedeni buydu.
Şırnak 1992. Newroz 1992’de jet uçaklarının, mermilerin sesleri, insanların çığlıkları halen kulaklarımda. Beni telefonla arayıp, durumu anlatan insanlarımızın feryatlarını unutamıyorum. Özellikle yurtsever insanların evleri hedef alındı. 100den fazla insanımız öldürüldü. Ağustos 1992’de aynı şekilde. İnsanlar, hayvanlar, bütün canlılar hedef alınarak tarandılar. İnsanlar, evleriyle birlikte yakıldılar. Maddi ve manevi açıdan tahrip çok fazlaydı. Olaganüstü Hal Bölge Valisi de Ünal Erkan’dı. Şırnak’ı mahveden devletti. Basında ise ERNK gerilalarının şehri bastıkları yazıldı. Gazeteci olarak halkla ilk ilişkiyi kuran, gerçek haberleri alan bendim. Ben ilk bilgileri BBC’ye ve Kürd basınına vermiştim. O dönem de İstanbul’da basılan günlük kürd gazetesi de aynen devletin istediği manşeti atmıştı. « Gerila şehri bastı. » Oysa basan kontur-gerillaydı. Derin devletti. Gerila değildi. Sorgu merkezlerinden cesetler çıkarıldı. Çocuklarının cesetlerini gören analar çıldırdılar.
1990- IHD Siirt şubesine durumlarını, kendilerine yapılanları anlatan
Xesxêr-Bervari köylüleri. Devlet güçlerince evleri yakıldı. Köyden
göçe zorlandılar. Adana`ya yerleşmek zorunda kaldılar.
X- Ağustos 1992’de Şırnak haritadan silinmişti. Posta müdürü Abdullah Bey bana « Camiyi hedef almamışlardı. Şırnak halkı İslam-Şafii’dir. İdil’de Hiristiyanlar varlar. » demişti. Şırnak merkez de kurşun değmeyen, çatısı uçmayan ev kalmamıştı. Roket atılan evler belliydi.
Benim dönemim de Kemal Acun adlı bir vali vardı. Bu Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nden Şırnak valiliğine getirildi.İki lafı biraraya getiremezdi. Bir kolu takmaydı. Şırnak’da bombalanmayan yer yoktu. Türkiye, biz kürdlerin haklarını tanıdık, desin. Ne olacak o kadar mayın ? Her yer mayın. Yıllarca o yerlerde mayınlama yapıldı. Etraf mayınlı. Patlamayan bombalar var. Türkiye orayı zehirleyerek, yok ederek gider. Türkiye’nin mayınladığı bu yerler ancak 50 yıl içinde temizlenebilinir.
Kurmay subay nedir ?
X- Bunlar sınava-sicili çok iyi olacak. Sicili iyi olmanın birinci şartı yalakalıktır. Beceriye, yeteneğe bakılmaz- tabi tutuyorlar. Hakkı olan kurmay olamıyor. Canavar gibi insanlar elendiler. Yalakalar seçildiler. Seçilenler, İstanbul’da Harb Akademisi’nde 2 yıl özel eğitim görüyorlar. Üsteğmen veya yüzbaşıyken sınava girilir. Binbaşı ve sonrası giremez.
Fethi binbaşı da bu sınavı kazanıyor. Kendisi istihkamcıydı. Gidiyor ve eğitimi görünce 3,5 ay sonra okulunu bırakıyor. Kurmay sınavını kazananlara verilen eğitimde « Siz insan üstüsünüz. Diğer subaylardan, insanlardan, herkesten üstünsünüz. » deniyor. Akademiden mezun olan da kendisini insan üstü görmeye başlıyor.
Birlik de görev yaptıklarınız
X- Erdal Sipahi ; daha önce anlattım.
İsmet Yediyıldız ; Ben daha Harp Akademisi’nde ögrenciyken adını duymaya başladım. Albaydı. Geçimsizdi. Personele nefes aldırmıyordu. Bu özellikleriyle tanınıyordu. Ben Harp Okulu’nu bitirdiğimde, O, Adana Alay komutanıydı. Oradaki arkadaşlarımı arardım. Yediyıldızın yarattığı stresten dolayı bütün personel midelerinden rahatsızdı. Kurmay olmamasına rağmen tuğgeneral oldu. Yanlış hatırlamıyorsam daha sonra Batman Bölge Komutanı yapıldı. Yine orada da personnel üzerinde yoğun stres yarattı. Üç veya dört yıl general olarak görev yaptıktan sonra emekli oldu. Emekli olduktan üç ay sonra Trabzon cıvarında trafik kazasında ailece öldüler. « Emrinde çalışan personelin oluşturduğu sabotaj sonrası öldüler. » denildi. Ben böyle duydum. (Ergenekonun evlatlarını yeme temizliğini çağrıştırıyor)
Siirt’te görev yapan Jandarma Tuggeneral Temel Cingöz, Seferihisar’lıydı. Onun ölümü için de aynı şey söylendi. O, direkt saldırıyla öldürülmüştü. Ben eşiyle bizzat görüştüm. (Siirt merkez de Kasaplar deresini hazırlatan komutan. Öldürülen kürdler buraya atılıyorlardı. Şehrin çöplüğüydü. Ben konuyu araştırmaya başladığımda, bana « Kendisi için de kasaplar deresinde yer hazırlattım » haberini göndermişti. Siirt’den sonra Adana’da görevlendirildi. (Öldürülmesi Ergenekon evlat temizliği olmalı. Sehir merkezinde kavşakta, çapraz ateşle öldürülüyor.)
Mustafa Balcı ; Ben Anadolu’da görevliyken Niğde’de Mustafa Balcı adlı paşayı tanıdım. 5-6 yıl önce jandarma tuggenerallikten emekli olmuştu. Bunun özelliği ; zamanın da Olaganüstü Hal Bölgesi’nde görev yapmış. Bu görevden dolayı emekli olmasına rağmen devlet kendisine Nigde’de özel bir ev tutuyor. Araç veriyor. Şöförü askerdi. Özel korunuyordu. 24 saat korunan biriydi. Ölene kadar devletin bütün imkanlarını kullanacaktı.
Kurmay Yüzbaşı Ruşen Bozkurt ; Amasya’lıydı. Sevimsiz, itici, astlarına karşı acımasızdı. Hiç bir subay tarafından sevilmezdi. Bir gün Erol albay bunun yakasından tutup, duvara vurdu. Daha önce teğmenken Cizre de bölük komutanlığı yapmış. Normal de Cizre’de görev yapmış bir insanı yeniden Şırnak’a göndermeleri sıra dışı bir durumdu. Bunun ne görev yaptığını kimse bilmezdi. Normal kadroda görünen görevi ; Harekat Şube Plan subayı. Yani harekat şube müdürü yapılacakları söyler, O da planlar. Ben Ruşen Bozkurt’u iki defa taşıdım. O, havadan yere bakar ve planlama yapardı. Şırnak’da o kadar çok sorumluluk yüklüyorlardı ki etrafla ilgilenmek mümkün degildi.
Binbaşı Ali ; Mütehitlerle bir sürü çıkar ilişkisi sağladığı duyulurdu. Ben kendim bizzat tanık olmadım. Mütehitlere ihale verme karşılığında çıkar sağladığı söyleniyordu. Falanca yerde yazlığı, falanca yerde evi var, deniyordu. Rüşvete müsait bir yapısı vardı.
Binbaşı Serdar ; Erol albayın Diyarbakır’lı Sıraç adlı bir arkadaşı vardı. Yiyecek maddeleri ihalesine giriyordu. Sıraç, ihale komisyonu başkanı Binbaşı Serdar’la yüz yüze geliyordu. Sıraç, Erol Albay’a « Serdar ben den kendisi için Diyarbakır-Ankara hattı için uçak bileti almamı istedi » bilgisini veriyor. Bu durumu Erol albay bizzat kendisi bana anlattı.
Kurmay Albay İbrahim ; Şenoba (Sêgirkê) alay komutanıydı. Duyum ; köy koruyucuları olan Babat’larla birlikte devlet arazisinden ağaç kestirip, odun, kereste olarak satıyorlar. Gelir elde ediyorlar. Gelir cebe giriyor. Demek ki Babatlar müşteriyi buluyorlardı. « Kurmay Albay olmasına rağmen general olamadı. Nedeni bu kereste satış işidir. » deniliyordu. Bu konu çok konuşuldu.
Pilotlardan tanıdıklarım ; Alp üstegmen, Fevzi üstegmen, Hasan üstegmen. Bunlar Diyarbakır’dan gelip giderlerdi. Yüzbaşılar da vardı. Şırnak’da merkez üs yoktur. Ancak Diyarbakır’dan gelip gidiyorlardı.
Yüzbaşı Pilot Orhan Cem; Ya 1995, ya 1996 yılı. Orhan Cem’miydi, Cem Orhan’mıydı, çift isimliydi. Bu Diyarbakır Jandarma Hava Gurup Komutanlığı’nda pilot olarak görev yaparken evli ve üç yaşlarında bir kız çocuğu babasıydı. Diyarbakır da görevliydi. Bir kaç kez orada kendisiyle birlikte yemek yemiştim. Duydum ki Harp Akademileri sınavını kazanmış. Orayı bitirince kurmay subay oluyor. General olmak için önü açılıyor. Kendisini aradım.
Diyarbakır’dan, İstanbul’a gitmiş. Görünüş itibarıyle mutlu bir aile tablosu oluşturuyorlardı. Yakışıklı, neşeli, kendi halinde bir insandı. İntihar için hiç bir neden yoktu. Bir gün ölüm haberini aldım. Beylik tabancasıyla kızını, eşini ve kendisini vuruyor. Cinnet geçirmişti. Eğitim zaiyatı ! Diyarbakır görevi sonrası pilotluk yapabilecek hali kalmış mıydı ?! Bilemiyorum. Çünkü ben Şırnak sonrası bir daha pilotluk yapamadım. Bundan dolayı da eğitim birliğine bölük komutanı yapıldım.-Yeniden hıçkırmaya başladı- « Siz yanmış insan eti kokusu nasıldır , bilir misiniz ? » sorusunu bana yönelterek aniden yerinden kalktı.
Sıyırdığımız-yani psikolojik olarak darbelendiğimiz- çok iyi biliniyordu ki asil görevlerimiz yerine başka birimlere, pasif görevlere veriliyorduk. Bana Şırnak sonrası kesinlikle uçuş yaptırılmadı. Beni yapı olarakta tanıyorlardı. Herşeye « he » diyen biri değilim. Doğu da sorun yaratan, batı da da yaratır. Pasif görev en iyi yer olur.
Normalde, dünya uçuş kurallarına göre, pilot zorla, zorlanarak uçuşa gönderilemez. Morali sürekli bozuk olan uçuş dışı bırakılır. Olur ya adam bir yakınını kaybeder, bir olay yaşar, moralmen kötü olur. Onu uçurtamazsın. Uçtu diyelim. Uçuşu riskli olur. Ben, Erdal Sipahi’nin karacı üstteğmen pilotu tokatladığını, itip, kaktığını gördüm. Ki bu bir suçtur. Helikopter sesinden dolayı da konuştuklarını duyamadım. Erdal Sipahi’ye göre bir eksiklik mevcuttu. Onun için hiç bir zaman dört dörtlük yoktur. Görünüşü korkunçtu. Yüzünde sevgi, sevecenlikten eser yok. Ağzını açtımı ; 21 gün hapis cezasıyla başlardı. Mavi gözlü, 1.80 boyunda, saçlar hafif dökük ve kır, gözlük kullanır, tuhaf sesli, tuhaf bir adamdı. Kendisi askeri kurallara uymaz. Ama dayatır. Hiç bir zaman memnun olmaz. Bir general, er döver mi ? Ben üstegmendim. Erle yüz yüze gelmeye sıkılırdım. Bu eri döver. Aracı hızlı kullanan ere hakaret ve dövmeyle işe başlar.
Bundan dolayı görevi bana devreden üstegmen « Olabildiğince Erdal Sipahi’den uzak dur. Ne zaman helikopter bu gavatı taşısa, ne olur bu araç düşse de bu gavat ölse. Başkalarına bir şey olmasa. Şu da gebersin demem. Hiç kimsenin ölmesini istemem. Ama bunun ölmesini istedim, istiyorum. » demişti.
İnsan kendi dava arkadaşını basit bir şeyden dolayı parçalamaya kalkıyorsa, paralıyorsa, karşı cephedekilerin durumunu siz düşünün ! Kürde, Kürd savaşçıya hangi uygulamayı maruz görmez. Her şeyi yapabilir. Çok tehlikeli bir insan. Bizler, düşüncelerimizi, hislerimizi gizliyorduk. Kimse, gerçek durumu sesli olarak dile getiremezdi. Cem pilot da konuşmayan, konuşamayan pilotlardan biriydi. Diyarbakır görevleri sonrası cinnet geçirmesi çok normaldir. Diyarbakır merkez görevi 4 yıldır. Cem ne kadar kaldı ? Bilemiyorum.
Hakkari tarafında da bir astsubay cinnet geçirdi. G-3 piyade tüfegini alıyor. Rastgele taramaya başlıyor. Adam izne gidecek. Orada görev yapacak adamın 3 ay da bir 15 günlüğüne değişik bir yere, savaş olmayan alana gönderilmesi gerekir. Doktor, doktorken 24 saat kanlı, yanmış, kopmuş vucut görmekten görev yapamaz duruma düşüyor. Hemşirelere şaşırdım. Onlar bayanlardı. Nasıl dayanıyorlardı ? Bilemiyorum.
Diş doktoru da ilk yardım da bulunmak, kanı dondurmak, pansuman yapmakla görevlendiriliyordu. Savaş öyle bir şey ki ! Savaş ! Kimisi çocuğunun adını savaş kor. Hayret ederdim. Nasıl en çok sevdiği canlıya savaş adını verir ? Savaş ! Vahşet. Yanmış insan kokusunu bilir misiniz ?
Binbaşı Ziya Çakmak ; Cizre’nin bir köyünü basma emri verildi. Ben timleri taşıdım. Bir ev basıldı. Iğdır’lı Binbaşı Ziya ekiple beraberdi. Döndükten sonra beni odasına davet eti. Odasına gittik. « X bu nedir ? Neyin nesidir ? Kapıları kırdık. İçeri girdik. Bir ana ve çocuklar. Yerde sadece iki döşek. Kadın hayvanlara yedirilen arpayı pişirmişti. Çocuklarına yediriyordu. Evde hiç bir şey, yiyecek yoktu. » Herkes, Ziya Çakmak’a deli diyordu. Erdal Sipahi ertesi gün bunları zorladı. « Niye o kadını getirmediniz ? » Iğdırlı Binbaşı Ziya Çakmak bu gelişmeden sonra istifa etti. Görevi bırakıp, gitti.
Binbaşı Ahmed ; İnsan onursuz olurda bu kadar olur. Günde 30 kez paşayı selamlardı. Erol albay, Kurmay subaylar arasında « Hadi biz eşeğiz. Bunlar katır. Bunlar ne at, ne de eşekler. » derdi.
Birisi Kürdistan’a gitmedi. Görevden atıldı.
Peki Kürdistan’da görevlendirilenler savaştan dolayı ruhsal olarak darbelendiklerinde gerekli tespit, tedavi yapılıyor mu ?
X-Doğu dan dönen her subay, astsubay görev yerinin ve kendisinin durumuna göre « Doğu dan gelmiş. Sağlık kontrolu yapılacak. » denilerek askeri hastanelere çağrılıp kontrol ediliyorlar. % 99,9 unda savaş sendromu oluşuyor. O bölge de görev yapıpta etkilenmeyen yok. Etkilenmeyen insan değildir. Kalpsizdir, taştır. Kimisi uzun süre psikolojik tedavi görüyor. Sınıf değişikliği yaptırılanlar oluyor. Kimisi uzun süre hastane de tutuluyor ve « Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapamaz. » raporu veriliyor. Bağlıyorlar üç kuruşluk maaşa « Hadi git. » Adam dışarı da ne yapacak ? Tümüyle üretimden düşüyor, kopuyor. İnsanlığından çıkıyor. Aile ilişkileri sarsılıyor. Alkolikler oluşuyor. Ben alkolik oldum. Doğu da görev yapmak, bireyi, bütün aile mensuplarıyla birlikte etkiliyor. Ailece görev yerine gitse sürekli korku, gerilim orada mahvoluyor. Aile mensuplarını görev yerine götürmese sürekli kulaklar telefonda. Benim Şırnak’da görev yapmamın etkileri, izleri eşimde de, çocuklarımda da belirgin şekilde ortada.
Ben doğu görevimden sonra periyodik olarak kontole alındım. Sürekli başağrısı çekiyordum. Durumumu anlattım. Yatamıyordum. Uyumamı sağlıyacak, başağrılarımı yok edecek ilaçlar verdiler. 20 gün kadar hastaneye gidip, geldim. Her gün bir bölüme girip, çıkıyorsun. Diazen verdiler. İlaç almama rağmen uyku düzensizliği devam etti. Sinirli, kırıcı, geçimsiz, alkolik bir insan olmuştum. Başağrılarını halen çekiyorum. Eğer adam bariz deliyse hastaneye yatırıyorlar. Yoksa baştan savıyorlar. Ben gerekli olan şekilde tedavi edilseydim, bu duruma düşer miydim ? Bu hale gelir miydim ?
Tespit ; deprasyon, denildi. Doktor yazıyor iki hap ve « Kullan, gel. » diyor. Hastaneye gitmek istiyorsan, komutanın söylenmeye başlıyor. « Nedir ? Her gün hastaneye gidilir mi ? » Hasta olan kendisi değil ki ! Ne tedavisi, ne hali ! Teşhis konana kadar hastaneye gidiyorsun. Teşhis yapıldı mı « Al şu ilacı kullan. » diyor. Kendi kendine, ben deli değilim ki. Anormal bir durumum yok ki diyorsun. Ruhsal olarak hastalandığını kabul edemiyorsun. Sağlıkçı değilsin. İzleri, belirtileri, etkileri anlayamıyorsun. Ben o halde çalışmaya devam ettim. Sakinleşemediğim günlerde 10 tane diazam hapını birlikte alıyordum.
Özel doktorunuz yok. O gün sıra kimdeyse, O doktor seninle görüşüyor. Baştan savma. Sadece ilaç verilerek yapılan bir tedavi. Özel psikolojik tedavi uygulanmıyor. Bir uzman sizi alıp da ; « Ne oldu ? Ne yaşadın ? Neden, nelerden etkilendin ? » sorularını yöneltmiyor. Orası Türkiye !
Boğuluyordum. Kendimi dışarı atıyordum. Durumumu anlatamıyordum. Çocuklarımız durumumdan, ilişkimizden etkileniyorlardı. İzmir’de göreve başladıktan iki yıl sonra eşimle boşanma aşamasına geldik ve boşandık. Neden ? Şiddetli geçimsizlikti.
Eşim dört dörtlük bir bayandı. Kadın beni rahatlatmak, mutlu etmek için çırpınıyordu. Sürekli koşuşturuyordu. Ama ben kendimi taşıyamıyordum. Kendi kendime yük, ağırlık olmuştum. Ben eski eş kişi değildim. Keşke öleydim de yakınlarım bağırlarına taş basalardı. Bir, iki yıl acımı çeker ve ölümümü kabullenirlerdi. Ne ölüp kurtuldum, ne iyileştim. Eşim, genç bayan erkeksiz, çocuklarım babasız kaldılar. Aile dağıldı. Ya benim durumum ! Nefes almak bile zor geliyor. Nefes vereyimde, bir daha almayayım, diyorum. Kendimle sabahlıyorum. Ben mi aynayım ? Ayna mı ben ? Karıştırıyorum.
Pilot olmanın birinci şartı dengedir. Ben dengeli, yaşamı seven, neşe deposu insan sistem tarafından bu hale düşürüldüm. Ne sistemdir bu ?! İnsanı nasıl öğütüyor ? Babam beni askeri okula verdiğine çok pişman olmuştu. Bir gün bir şeyden etkilendim ve ağlamaya başladım. Bana döndü ve « Oğul, ağlayabiliyorsan bu demektirki halen bazı şeyleri, insani hisleri koruyabiliyorsun. » dedi. Net bir hafızam yok. Çağrışım yapıyor. Zaman zaman taciz ateşleri yapılıyordu. Eşim ve çocuklar koridora girip bekliyorlardı. Eşim « X , ölümden korkuyorum. Öyle bir şey ki dayanamıyorum, sindiremiyorum. Vicdan muhasebesi. Vicdanımı serbest bırakıyorum. Fakat bu beni boğuyor. » diyordu.
Yakalanma, tutuklanma, cezaevi süreci
Türkiye’den, Ege sahillerinden kürdleri avrupa ülkelerine taşıyan bir deniz aracıyla ayrıldım. Deniz de bir süre aracı ben yönlendirdim. Deniz de yakalandık. Bu ülkenini güvenlik güçleri yolculara kaptanı sorduklarında, ben gösterildim. Gözaltına alındım. « Türkiye’den, Avrupa ülkelerine insan gönderen, insan ticareti yapan organizasyonda yer alma. » şüphesiyle tutuklandım. Ceza evinde kaldım.
Cezaevinde volta atıyoruz. Havalandırma da mafya üyeleri bir arada volta atıyorlar. Bana « Sen manyak mısın ? Ülkeyi terk ettin, geldin. Hiç mi aklın yok ? » dediler. Ya kardeşim size ne. Keyif benim değil mi ? Ben, lanet olası Türkiye’de yaşamaktansa, orduya uşaklık yapmaktansa burada hamallık yaparım, cevabını verdim.
İnsan kaçakçılığı yapmakla suçlanıp, içeri atıldığımda, aynı cezaevinde 15-20 türkiyeli vardı. 5-6 kişi bir gurubu oluşturuyorlardı. Hepsi Karadeniz-Samsun-Dereköy doğumlulardı. Türkiye’den insan tacirleri tarafından paraları alınarak yola çıkarılan, bu ülkeye gönderilen kişileri taşıyan, yakalanan deniz aracının kaptanı ve tayfası aynı köylülerdi. Bu devletin deniz güvenlik görevlileri yakaladıklarını hapse gönderiyorlardı.
Bu insanlardan rahatsız oldum. Cezaevi yönetimine bu kişilerle aynı ortamda kalamayacağımı açıkladım. Tek kişilik yere geçtim. Adamlar sürekli kağıt oynuyorlardı. Bayağı, sıradan muhabetlerle saatler geçiyordu. Bundan dolayı yalnız kalabileceğim bir bölüme verildim. Bu kişiler ayrı ayrı guruplar olarak deniz araçlarıyla Türkiye’den buraya insan getirmişlerdi. Kendi aralarındaki konuşmalardan gerçekleri anladım. Hepsi birbirlerini tanıyorlardı. Kendileri de daha önceden birbirlerini tanıdıklarını söylüyorlardı.
Her biri kendi kıçını kurtarabilmek için yanındaki arkadaşını satabilecek durumdaydı. Ben bunların tercümanlıklarını yaparken ya da volta atarken gerçek kişiliklerini çözmeye başladım. Bunlar, avukatlara değişik tekliflerde bulunuyorlardı. Para teklif etme, vb…. Sadece kendilerini kurtarmak için. Palulu iki Kürd de insan ticareti yapmak suçlamasıyla yakalanmışlardı. İçerdeydiler. Onlarda şebekeci bir gurupla kalıyorlardı. Aralarında gözle görülür bir husumet yoktu. Ben halen bu ülke de insan ticareti yapan organizasyona üye olmak suçlamasıyla yarğılanıyorum. Kararın ne olacağını bilemiyorum.
Gözaltına alındıktan sonra siyasi sığınma talebinde bulundum. Bu ülke de hakkım da açılan « insan ticareti yapıyor » davasından dolayı oturum almam da zor. Kalma hakkı verilir mi ? Onu da bilemiyorum.
Türkiye gibi bir ülke de, 5.00 kişilik gemiyi Çanakkale boğazından, Ege denizinden, İzmir’den insan bindirip, yurt dışına çıkarıyorlar. Nasıl oluyorduda bu şekilde geçiş sağlanıyordu? Bu işi örgütleyenler, gemileri insanlarla dolduranlar için « Bunların hepsi ordudan atılmış, ya da hala orduya çalışan kişilerden oluşmaktalar. » diyorlardı. « Arpasını verdik » diyor. Yani, payını. Ben de böyle olduğunu tahmin ediyorum. Böyle olmasa Türkiye karasularında insan dolu deniz araçları geçiş yapamazlar. Tahminim bu. İşin orospusu, bu işi yapıyor. Hiç bir balıkçı « deniz kurdu »olamaz. Öyle insanlar var ki tek tek çıkıyor. Hakiki kaptan da ordudan çıkıyor. Aynen bu adamın durumu. Her biri ordu malıydı. Tahmnin ediyorum bu iş bilinçli, planlı. Başta Kürdistan’ı boşatma politikası, Türkiye Ordusu’nun bir politikasıdır. Mesela Trabzonlu adam 10 gemi getirip götürüyor. Bu ülkede yakalandı hapis yattı. Şimdi serbest.
Komediler
Bir yerde askeri komutanın köpeği hastalanıyor. Yörede halkın « Nefesi kuvvetli. Okuduğunu, üflediğini hemen ayağa kaldırır. » dediği bir de Şeyh yaşıyor. Komutan ne yapacağını şaşırıyor. Köpeğinin ölmesini de istemiyor. Şeyhi askeri birime çağırıyor.
« Şeyh köpeğim hasta. Oku, üfle, bir muska yaz da iyileşsin. »
Şeyh isteme karşı çıkıyor. « Olur mu komandan. Köpege muska yazılır mı ? »
Komutan diretiyor « Yazacaksın. »
Şeyh mecburen komutanın köpeği için muska yazıyor. Bir kaç gün sonra hayvan iyileşiyor. Komutan « Ya bu adam keramet sahibi. Acaba ne yazdıki köpegim iyileşti ? »
Merakına kapılıyor. Sonuçta dayanamıyor ve muskayı açıyor.
Şeyhin yazdığı cümle « Muska yazdım komandanın itine tutarsa da sikime, tutmazsa da sikime. » Bu konu bölge de de yayılmıştı. Bizlerde konuşup, gülüyorduk.
Uludere’de (Qilaban) bir olay yaşanıyor. PTT müdürü Abdullah Bey « Ben çocuktum. Köyümüzün ağası öldü. Ağanın çocukları vardı. Ağa inancı fazla kuvetli olan biri değildi. Çocukları ise inançlılar. Düşünüyorlar. « Babamız öldü. Kabir azabını nasıl verecek ? Sorgu melekleri gelince babamız yerine O konuşur. Kesin babamızın dili tutulur. Karıştırır. Konuşamaz. Oduncu Salih yarı aç, yarı tok. Topal eşeği ve kulubesinin dışında bir şeyi yok. Odun kesip, satarak yaşıyor. O, köyün en günahsızı. Babamızın mezarının bitişiğinde bir mezar kazalım. Onu ikna edelim. O mezara koyalım. İlk gece babamızla kalır. Sorgu melekleri gelince konuşur. »
Konuyu Salihe açıyorlar. İsteklerini anlatıyorlar. Kendisini ikna ediyorlar. Mezarı büyük yapıyorlar. Salihi babalarının yanına, mezara koyuyorlar. Gece olunca iki hırsız ağanın altın dişlerini almak için mezara doğru ilerliyorlar. Bakıyorlar biri mezarda oturuyor.
« Ya sen kimsin ? »
« Ben salih »
« Sen mezarda ne arıyorsun ? »
« Bunun dili tutulur. Konuşamaz. Sizler sorgu melekleri değil misiniz ? Bu sizi cevaplayamaz. Bunun yerine beni sorgulayın. »
Hırsızlar anlıyorlar ki gerçekten çok saf bir insan ve kendisine soru sormaya başlıyorlar.
« Yaş mı, kuru mu, dağda mı, ormanda mı kestin ? Neyle taşıdın ? Eşeğinin yiyeceğini, suyunu zamanın da verdin mi ? »
Sabaha kadar Salih’i evire çevire dövüyorlar. Günahsız Salih sabahleyin köye dönüyor.
Ağanın oğulları « Ne oldu ? Hesabı verdin mi ? » diyorlar.
Salih « Ben bir topal eşeğin hesabını veremedim. Babanız boku yedi. » cümleleriyle yaşadıklarını açıklıyor.
Şırnak (Şirnex) ; Şırnak’ın kürdçe ismi « Şernex »in Şehri Nuh » anlamına geldiği söylenmekte.
Yoğurtçular (Heşte(i)yan; 2 bin 714 metrelik Cudi dağının yamaçlarında bir köy. Hazreti Nuh"un gemisinde bulunan 80 kişinin ilk yerleşim yeri olarak ileri sürülen "Heştiyan", Şırnak"ın 5 kilometre güneydoğusunda bir köy. Geminin içinde 80 kişi olduğu, bundan dolayı köye kürtçe seksenler anlamında heştêyan adının verildiğini şırnaklılardan duymuştum.
Uludere (Qilava)
Beytüşebap(Elkê)
Güçlükonak ( Basê)
İdil (Hezex)
Silopi(Girik)
Cizre(Cizira Botan)
Yakılan ve adları tespit edilebilen bazı köyler ;
Şirnex (Şırnak)
Torkiz (Sarıdallı) , Biyâva (Görmeç) , Gundikê Mele (Balveren) , Gundik , Gundikê Remo (Anılmış) , Medikân (Beşağaç) , Kendala (Çadırlı) , Nerêx (Dağkonak) , Banê Botuyan (Güneyce) , Glindor (Kemerli) , Fêrisa (Atbaşı) , Kürüm (Araköy) , Spindarok (Boyunyaka) , Silyan (Çakırsögüt) , Avyan (Dereler) , Navyan (Güneyçam) , Avka Masya (Toptepe) , Cinet (Balpınar) , Qarnê (Günedönmüş) , Basret (İnceler) , Spivyan (Karageçit) , Serefiya (Karaburun) , Bezokê (Kocagili) , Gundmitrip (Tekçınar) , Banê Mehinda (Koçbeyi) , Heştan (Yogurtçular) , Zorava (Göllüce) , Deryê Duvyan (İkizce), Meydin (Seslice) , Dêrşew (Alkemer) , Berê Mire (Gülerli) , Xirbike Beste (Kırkağaç) , Riyan (Geçitboy) , Gewer (Kuşkonak) , Diranê (Cevizdüzü)
Uludere(Qilav(b)a)
Siris (Sapaca) , Mijin (Akduman) , Kadün (Bağlıca) , Ziravik (İnceler) , Delekâ (Kalemli) , Kolge (Bağlı) , Siwet (Bağlı) , Bileh (Işıkveren) , Nerweh (Taşdelen) , Alos (Kayadibi) , Zeviyan (Tarlabaşı) , Ripin (Yeşilova) , Heletê (Gündoğdu) , Robosk (Ortasu) , Kelhesna (Ödüllü) , Mehraw (Küçükçay) , Sipazyan (Onbudak) , Nirêh (Bulakbaşı) , Kror (Ortabağlar) , Baziyan (Doğan), Kolik (Küllük)
Beytüşşebap (Elkê)
Derahine (Uzungeçit)
Silopi (Girig-Girkê)
Dêrasor (Derecik) , Dêradevs (Selçuk) , Baspin (Gürümlü) , Gitê (Çalışkan) , Besere (Koyuören), Hesena (Kösralı), Silp (Damlıca) , Devis (Ulaş) , Blikâ (Ballıkaya) , Mehra (Küçükçayır)
Cizre (Cizira Botan)
Hebler (Hisar) , Sax (Çağlayan) , Rewêni (Akarsu) , Bazifte (Katran) , Ernebat (Çavuşlu) , Baskâ (Dirsekli) , Dêra Jêr (Asağıdere) , Dêra Jor (Yukarıdere) , Basisik (Kuştepe) , Robara Jor (Yukarıkonak) , Robara Jêr (Aşağıkonak)
İdil (Hezex)
Bakvan (Çınarlı) , Xaltan (Sıklı) , Xenduk (Çukurlu) , Hespist (Yarbaşı) , Kasroq (Ovaköy) , Temerzê (Uçarlı) , Soran (Yaylalar) , Axrit (Toklu) , Bayrik (Topak) , Kivex (Mağara) , Bertal (Kurtuluş) , Xirapdarik (Ortaca) , Delave Qesrê (Oyalı) , Narinci (Yolaçan) , Bêzirkê (Koyunlu) , Zinarix (Bozburun) , Kefsur (Dumanlı) , Basibirin (Haberli) , Midih (Övündük) , Zengilox (Akdağ) , Hêdil (Kayı) , Siftik (Okçu) , Xirabê Tüya (Özen) , Bafê (Sulak) , Tilêlâ (Sırt) , QKaraxırap (Varımlı) , Xêlani (Yağmurca) , Erzenix (Yalaz) , Dupiçe (Köycegiz) , Destêdare , Mizgevtog (Camili) , Xirbak (Harbak) , Bahrim (Yüksek) , Fil (Bereketli) , Xendek (Hendek)
Yüksekova (Gever)
Sevê (Yukarı Pirinççeken), Çemê Pehn (Genişdere), Şêxmeman (Ünlüce), Rezik (Rezok)
Bu subay şahit gibi olayları anlattı. Diğer yandan olaylarda bizzat yer alanlar itiraf etmeye başlayınca JİTEM elemanlarının cinayetleri kamuoyunda okunmaya, bilinmeye başlandı. Mahkeme anlatımları Kürd ulusunun ferdlerine yönelik T.C. devlet politikasını net olarak ortaya koymakta. Devlet adına cinayet işleyenler, kutsal devletin yargı mensuplarının kendilerini yargılamayacaklarından, devlet zırhı altında « devletin bekası adına cinayet işleyen » suçsuzlar olarak görev yapmaya devam edeceklerinden emindiler.
Çünkü İttihad-ı Terakki’den bu yana bu gelenek devam etmektedir. Suçlu yarğılanmadığı gibi terfi ettirilmiş, onurlandırılmıştır. Bu konu da yüzlerce örnek mevcuttur. Katillerin kahraman muamelesi gördüğü, heykellerinin dikildiği bir ülke de adaletin olması, işlemesi mümkün değildir. Adalet olmadığı için de suçlu suçsuz, mağdur suçludur.
Askeri cumhuriyetde katiller sürekli rütbe olarak yükseltiliyorlar, onurlandırılıp, korunuyorlar. Askeri cumhuriyete hukuk devleti deniyor. Dünya da kaç tane böyle hukuk devleti var ? Bu hukuk devletliği T.C.ne mahsustur. Kürdistan’da ki cinayetler, faili belliler, baskınlar, katliamlar tam rakamsal olarak bilinmiyorlar. Askeri imparatorluğun yönetme tarzını aynen devam ettiren askeri cumhuriyet sürekli kan dökerek yılları geçiriyor ve dikta rejimi koruyor.
« Vurup Kimliklerini Albaya Götürürdük
Albay Temizöz için dokuz müebbet istenen iddianamede gizli tanıklar 55 faili meçhul cinayeti tek tek anlattı: İnfaz ettikten sonra kimliklerini mutlaka alırdık. Gizlik tanığın ifadesine göre uzman çavuş ve itirafçılardan oluşan ölüm timine emir veren ise Albay Temizöz’dü. İşte gizli tanık “Sokak Lambası”nın dilinden Güneydoğu’da işlenen cinayetler:
Kayseri İl Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz’ün yargılandığı davada ifade veren gizli tanık “Sokak Lambası”, şahit olduğu ve yedi kişinin ölümüyle sonuçlanan üç cinayeti bütün ayrıntılarıyla anlattı.
Gizlik tanığın ifadesine göre uzman çavuş ve itirafçılardan oluşan ölüm timine emir veren ise Albay Temizöz’dü. İşte gizli tanık “Sokak Lambası”nın dilinden Güneydoğu’da işlenen cinayetler:
(1995 yılında Suriye uyruklu iki kişinin öldürülmesi olayı): Cabbar kod adlı uzman (daha sonra astsubay oldu), Selim hoca uzman, Tuna kod adlı uzman, Yavuz uzman, Tayfun kod adlı Hıdır Altuğ ve Bedran kod adlı Adem Yakın birlikte bulundukları sırada, Suriye uyruklu iki vatandaş İlçe Jandarmaya gelerek Türk vatandaşı olmak istediklerini söylediler. Kabul edilmeleri durumunda ailelerini de getireceklerini beyan ederek müracaatta bulundular.
Cabbar kod uzman, Selim Hoca uzman, Yavuz uzman, Tayfun kod Hıdır Altuğ ve Bedran kod Adem Yakın, Suriye uyruklu bu şahıslara örgüt ile ilgili bilgi vermeleri durumunda yardımcı olacaklarını söylediler.
Bu iki şahıs da bildikleri bir yer olduğunu ve kendilerine göstereceklerini söylemeleri üzerine Jandarma Komutanı olan Cemal Temizöz, bu iki şahsın sınıra yakın bir yerde öldürülmesi talimatı verdi. Talimat üzerine, bu iki kişi Katran Bölgesi’nde sınıra yakın bir yere götürüldüler.
Stabilize yolda bir buçuk saat gidildikten sonra Cabbar uzman, Selim uzman, Yavuz uzman, Hıdır Altuğ ve Adem Yakın yanlarında götürdükleri iki şahsı araçtan indirdiler. Daha sonra Yavuz kod uzma tabancası ile bu iki kişiye ateş etti.
Ama nerelerine ateş etti, onu hatırlamıyorum. Ben bu şahısların elbiselerini ve özel durumlarını da hatırlamıyorum. Bu şahısların üzerine belki 10 cm toprak ve taş kondu ve iki araçla dönüldü. Bu şahısların niye öldürüldüğünü ben bilmiyorum. (1994-95 yıllarında dört kişinin öldürülmesi olayı): Tam olarak hatırlayamadığım bir zamanda Cizre İlçe Jandarma’da bulunan Yavuz uzman gelerek Cemal Temizöz’ün talimatı ile göreve gidileceğini söyledi.Cabbar uzman, Selim Hoca uzman, Yavuz uzman, Hıdır Altuğ, Adem Yakın, Ferit kod adlı Abdulhakim Güven ve Tuna uzman iki araç olarak hareket etti. Aracın birini Tuna uzman kullanıyordu. Hıdır ve Abdulhakim bu araçtaydı. Adem Yakın’nın kullandığı araçta Yavuz ve Cabbar uzmanlar vardı. Silopi yoluna doğru bir müddet gidildikten sonra Toros marka bir araç durduruldu.
İçinde dört kişi vardı.Şahısları bu araçtan indirerek ikişer ikişer diğer araçlara alındı. Adem Yakın’ın kullandığı araç öndeydi. Bozalan köyünü geçtikten sonra bir mezraya geldiler.
Bu mezra içinden geçerken Adem’in kullandığı araçtan bir şahıs atlayarak köyün içine doğru kaçmaya başladı. Bunun üzerine araçlar durdurularak aşağıya inildi. Adem Yakın aracın koltuğunun altından çıkardığı kaleşnikof marka silah ile kaçan şahsı seri bir şekilde taradı.
Yere düşen şahsın yanına koşarak gittiler ve yaralı haldeki şahsı alıp Adem’in kullandığı aracın bagajına koyarak yola devam ettiler. Köyden Botaş istikametine giderken yol kenarında tenha bir yerde şahısların üçünü de yere yatırarak hep beraber ateş ettiler. Şahısların üzerinden kimliklerini aldıktan sonra toprak ile örterek oradan ayrıldılar.
Bu kimlikleri daha sonra Cemal Temizöz’e teslim ettiler. Yukarıda isimlerini belirttiğim kişiler, infaz edilen bütün şahısların kimliklerini alarak her zaman Albay Cemal Temizöz’e teslim ediyorlardı. Şahin-Bedran kod adlı Adem Yakın, Selim hoca uzman, Yavuz uzman, Ferit kod adlı Abdulhakim Güven ve Tayfun kod adlı Hıdır Altuğ, Cizre ilçe merkezinde Toros marka araçla gezdikleri sırada giyiminden Cizreli olmadığı anlaşılan genç bir şahsı durdurdular.
Kürtçe ve Türkçe bilmediğini anlamaları üzerine gözlerini bağlayarak bu şahsı Cizre İlçe Jandarma Komutanlığı’nda bulunan sorgu odasına getirdiler.
Arapça bilen bir er vasıtasıyla şahıs ile yapılan sorgu neticesinde şahsın Irak’taki şartlardan memnun olmayarak Türkiye’ye kaçak yollardan geldiği ve Arap kökenli olduğu öğrenildi.
Jandarma Komutanı Cemal Temizöz, şahsın, Türkiye’ye giriş yaptığı sınır kapısının tesbit edilerek oraya götürülüp öldürülmesi talimatı verdi. Bu talimat üzerine Arap uyruklu şahsın gözleri tekrar bağlanarak Cizre-Silopi arasında Dicle nehri kıyısındaki Suriye sınırına götürüldü.
Burada sazlıklara yatırılan şahıs, Şahin-Bedran kod adlı Adem Yakın tarafından kaleşnikofla kafasına kurşun sıkılarak öldürüldü. Şahsı sazlıkların arasına gömen ekip, İlçe Jandarma Komutanlığı’na geri döndü.
Gizli tanık “Tükenmez Kalem”, Güneydoğu’daki infazları anlatırken, JİTEM’in rolüne dikkat çekti. Gizli tanığın anlattıkları şöyle:(1994 ya da 1995 yıllarında İbrahim Adak veya Murat Adak isimli kişi ile bir muhasebecinin öldürülmesi): Bu şahıs Cizre ilçesinde o yıllarda inşaat işi yapan bir kişiydi. Güvenlik güçleri tarafından bu şahsın örgüte maddi katkı sağladığı hususunda düşünceler vardı. Komutanımız Cemal Temizöz’ün talimatı ile Yavuz, Tuna, Hıdır Altuğ ile Adem ve ben birlikte Cizre ilçesindeki bir parka gittik. Amacımız bu şahsı almaktı. Cizre suyunun kenarında bulunan parkta bir inşaat alanı vardı. Zannediyorum bir kamu binası yapılıyordu.
Şahsı inşaat alanından aldık. Oradan ilçe merkezine uğrayıp zannediyorum muhasebecilik yapan bir kişiyi daha, yine örgüte yardım ettiği düşüncesiyle talimat gereğince aldık.
Geldiğimiz araçlara bindirerek Silopi yoluna doğru devam ettik, oradan İnci köyü yol ayrımından ayrılıp kırsala doğru devam eden stabilize yola girdik. Zannediyorum 1-2 km kadar gittik. Burada yolun hemen kenarında küçük bir dere yatağı vardı, ama o tarihte dereden su akmıyordu. Hep beraber araçtan indik. Bahsettiğim İbrahim ya da Murat Adak isimli kişi ile ismini hatırlayamadığım muhasebeci olan kişiyi araçtan indirdik. Dere yatağına geldikten sonra Hıdır Altuğ elindeki kaleşnikof marka silahla her ikisine de yaklaşık 2-3 metre mesafeden ateş edip ikisini de öldürdü. Her iki cesedi de olay yerinde bıraktık, herhangi bir şekilde üzerlerini kapatmadık, cesetleri de götürmedik.
Sonra hep beraber araçlara bindik ve İlçe Jandarma Komutanlığı’na geldik. Bu tip hadiselerde zaten götürülen kişinin infaz edileceğini herkes bilirdi. O sırada kimin infaz ettiği önemli değildi. Ben şu anda bu olayları anlatırken rahatsız oluyorum. Çünkü yaşadığım olaylar aklıma geliyor ve öldürülen insanların görüntüsü gözümde canlanıyor. Pişmanlık Yasası’ndan yararlandıktan sonra amacım devletime yardım etmek iken başıma buna benzer bir dolu olay geliyor.
Dün akşam sizinle konuştuktan sonra düşündüm ve PKK örgütü içerisinde seminerlerde ve konferanslarda, yani eğitim çalışmalarında sürekli “Devletin gayriresmi özel savaş” diye örgüt içerisinde tabir ettiğimiz yöntemlerle, Kürt insanının üzerine gidildiği ve imha edildiği hususlarını konuştuğumu hatırladım. Ayrıca JİTEM’in isminin sık sık örgüt konuşmalarında geçtiğini hatırladım ve o zaman konuşulanların doğru olduğunu bu yaşadığım süreçten sonra anlamaya başladım. PKK terör örgütü de bu JİTEM’in ne olduğunu en az bizler kadar belki daha fazla biliyor. Neden ve nasıl bildiğini ben çözemiyorum. Ben Diyarbakır’dan Cizre’ye giderken Mardin’e uğradığımızda oradaki alay komutanlığındaki bağımsız bir JİTEM diye tabir edilen biriminde de bulunan insanlarda aynı pervarsızlıkla infazlardan, öldürmelerden bahsettiklerini gördüm ve duydum. Aynı şekilde Silopi’ye gittiğimde de JİTEM Grup Komutanlığı’nda yüzbaşı olan Muhtar Ali diye tabir edilen kişi ile Yusuf isimli üsteğmenin de aynı şekilde bizim yanımızda infazlardan bahsettiğini, “Bu şerefsizleri durdurmanın yolu buradaki milis yapılanmasını temizlemekten geçer” şeklinde konuştuklarını duydum. Ayrıca orada KOÇERO diye tabir edilen bir kişi de vardı. Fakat ben kendisini görmedim.
(1995 yılında Salih Şık isimli kişinin arazisini ekmek isteyen bir kişinin öldürülmesi): yıl ben İlçe Jandarma Komutanlığı’nda bulunduğum sırada İlçe Jandarma Komutanımız Cemal Temizöz, Salih Şık isimli ve belediye başkanı adayı olan kişiyi makamına çağırdı.
Ben yukarı çıkıyordum, komutanın odası açıktı ve Cemal Temizöz, Salih Şık‘a “Sen öleceksin, sen seçime girmeyeceksin” diye bağırıyordu.
Sonra bu şahıs boynunu büküp gitti. Aradan bir zaman geçti, bizim bulunduğumuz gruptaki kişiler, Cemal Temizöz ve Kamil Atak’ın, Salih Şık’a ait araziyi ektirmemek için bir şahsı önce ölümle tehdit edip sonra infaz ettirdiğini konuşuyorlardı. Ama ben bu kişinin isminin kim olduğunu bilmiyorum. (http://www.taraf.com.tr/haber 17.7. 09)
T.C.nin « Özel Büro »sunda görev yapanların Kürdistan’da suç işlemeleri, kürdlerin öldürülmeleri çok sıradan olaylar haline getirildiler. İnsanlar ölümlere alıştırıldılar. Ölenlerin yakınları çırpınırlarken, ruh sağlıklarını yitirirlerken, diğer tarafta duyarsızlık alabildiğine yükseltildi. Özel Büro’nun özel sistemi Kürdistan’la, T.C. sınırları içinde yaşayan milyonlar arasına ses geçirmez maddeler yerleştirdi. Bundan dolayı insanlar gelişmeleri duymadılar, anlayamadılar. Medya, bu maddelerin duvarını yükseltikçe yükseltti.
Sorgulayamayan bir toplum, cenazeler kullanılarak faşizanlaştırılmaya doğru sürüklendi. İnsanlar cenazelere baktılar, bakıyorlar, gördüler, görüyorlar, şaşırdılar, şaşırmaya devam ediyorlar, normal karşıladılar, karşılamaya devam ediyorlar, unuttular, unutuyorlar. Giden her asker tabutuna bakıp, kürde karşı intikam yemini içenler, bu kişi hangi amaçla kürdün ülkesine gitmişti ? Orada ne yapıyordu ? e yaparken öldürüldü ? sorularını dahi akıllarına getirmiyorlar.
TV lerde nutuklar veren « JİTEM adlı bir kuruluş olmadı, yoktur. » diyen T.C. Genelkurmay Başkan’larına, kuvvet komutanlarına, ordu komutanlarına « Yalan söylüyorsunuz » diyen sivil toplum örgütlenmelerinin sayısı kaçtır ? Bir, iki….Hangisi taraftarlarını toplayıpta bilgisizleri bilgilendirme adımlarını attı, sokakları kullanma becerisini gösterdi ? Sokaklar « Özel Büro » ya bağlı sivil toplum birimlerine aittir. Başkalarına müsade edilmez.
Devletin kurum ve kuruluşlarında görevli olanlar, siyasal gelişmeleri algılayabilenler, T.C. kuruluş sürecini bilenler, muhalifler biliyorlardı ki JİTEM var ve eylemde. Kürdistan’da da yakınları öldürülenler dahil herkes biliyorduki JİTEM var ve jitemcilerin aldıkları bir daha görülemez, sağ dönmez. JİTEM adlı yok edici birim hem kürdleri hem de kendi elemanlarını yiyordu. Kullandığı kadrolarını sessizlik dünyasına yolcu ediyordu. Geride tanık, itirafçı bırakmak istemiyordu. PKK’nın özel günleri kullanarak, siyasal propağandayla veya silahlı eylemle kürd kitlesi üzerinde yarattığı etkiyi kırmak, havayı dağıtmak için bire on yöntemiyle ses getirici eylemler gerçekleştirirlerken, hedef kürdü tümüyle sindirmek, korku kuyusunda boğmaktı.
« O itirafçıdan JİTEM listesi
PKK’dan ayrıldıktan sonra itirafçı olup JİTEM’e katılan Abdülkadir Aygan, Güneydoğu’da faili meçhul cinayetlerin işlendiği 1990-2000 yılları arasında JİTEM’de görev yapanları internet sitesinde deşifre etti. Aygan’ın listesinde Veli Küçük, Arif Doğan, Cem Ersever, Aytekin Özen, Nurettin Ata, Abdulkerim Kırca gibi kamuoyunun yakından tanıdığı isimler yer alıyor.
Emir komuta zinciri
Güneydoğu’daki eylemlerin emir komuta zinciriyle gerçekleştiğini öne süren Aygan şu bilgileri verdi: “Normal insanların özel hayatı bile JİTEM şefleri tarafından kontrol altındayken, sivil memur çalışanlar emirsiz hareket edebilir mi?
JİTEM’de, personel adımını dışarı atmadan önce görev formu doldurulur. Göreve çıkan personelin kimliği, görevin niteliği, görev yeri, görev başlangıç ve bitiş tarih ve zamanı, hepsi resmî görev defterine işlenir. Göreve gönderen kimdir? Teşkilatın amiri. Demek ki yapılan her şey emir-komuta zinciri içerisinde ve amirin talimatıyla yapılmıştır.”
JİTEM yapılanması böyle
Abdülkadir Aygan, isimlerin dışında JİTEM’in yapılanmasına ilişkin bilgileri de internet aracılığıyla aktardı. Aygan’ın iddialarına göre JİTEM’in yapılanması şöyle:
İstihbarat Başkanı: General, Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhı’nda.
Jandarma Grup Komutanlığı (JİTEM): Ankara’da, albay, yarbay, binbaşı.
Gruplar Komutanlığı: Ankara-İstanbul-Adana-Mersin-Samsun ve Antalya JİTEM Tim komutanlıkları. (Tim komutanlığı görevinde yüzbaşı, üsteğmen veya teğmenler görevlendirilmişti.)
Diyarbakır Grup Komutanlığı’na bağlı, Batman-Elazığ-Mardin-Silopi-Van-Hakkari ve Erzurum JİTEM Tim komutanlıkları vardı.
55 kişinin ismini saydı
Aygan 1990 yılından 2000 yılına kadar JİTEM’de görev yapanların isimlerini de şöyle sıraladı:
Subaylar: Ali Akgöz, Veli Küçük, Arif Doğan, A. Cem Ersever, Aytekin Özen, Nurettin Ata, Hüseyin Kara, Ali Yıldız, Abdulkerim Kırca, Cahit Aydın, Cemal Temizöz, Kadir Tahir, Zahit Engin, Savaş Gevrekçi, Tunay Yanardağ, Mustafa Karaduman, Musa Sümbül, Osman Aksu, Fatih Aslan.
Astsubaylar: Osman Altıntaş, Mehmet ..., Adnan Erdeve, İbrahim Gökçeyrek, Necmettin Çekiç, Ali Tellioğlu, Seyfullah Cural, Ali Savar, Ergün Çetin, Üzeyir Demirhan, Yusuf Aslan, Ufuk Kırılmaz, Şaban Bayram.
Uzman Çavuşlar: Mustafa Uzel, Yakup Toprak, Cemal Yaşar, Recep Kara, Yüksel Uğur, Abdulkadir Öztürk, Şerif Yıldız, Murat Kaya, Mustafa Genç, Tuncay Şahiner, Mürsel Gözütok, Yavuz Gündoğdu, Oktay Yazıcı, Ahmet Karaçar ve Fevzi Yılmaz.
Sivil memurlar: Kemal Emluk, Saniye Emluk, Hatice Elmas, Serpil Toprak, Abdülkadir Aygan, Abdulkadir Karataş, Hasan Adak, Abdullah ve Hoca. (http://www.taraf.com.tr/haber/38387.htm 27 Temmuz 2009)
Bir emniyet görevlisinden JİTEM değerlendirmesi ;
« Hanefi Avcı’dan JİTEM ifşaatları
Eski Diyarbakır Emniyet İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden JİTEM davasına talimatla 18 Haziran 2009 da Edirne 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde verdiği ifadede mahkeme heyeti ile müdahil avukatı Tahir Elçi’nin yazılı olarak gönderdiği soruları yanıtladı.
1984 ile 1992 arasında Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yaptığını belirten Avcı, OHAL Valisi tarafından itirafçıların hukuki, ailevi sorunlarıyla ilgilinmek üzere görevlendirildiğini ve bu yüzden sık sık cezaevine giderek itirafçılarla görüştüğünü söyledi. O dönem cezaevinde 40 civarında itirafçı olduğunu belirten Avcı, Binbaşı Cem Ersever ile itirafçılar İbrahim Babat, Adil Timurtaş, Recep Tiril ve 5-10 kişilik bir ekiple birlikte çalıştıkları bilgisini verdi. Avcı ifadesinde şunları söyledi:
“Bölgede JİTEM adına yasa dışı olarak öldürme, kaçırma gibi bir kısım faaliyetlerin, bu işleri yapan kişilerin üstlerinin denetimi ve bilgisi dahilinde olmadan işlenmesi söz konusu olamaz. Ancak doğrudan üstlerinin bilgi ve talimatı bulunduğuna dair de somut bir bilgim yoktur. Ancak bu kişiler eylemleri sonrası korunup kollandığına göre eylemlerden üstlerinin bilgisi olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür. Bölgede birçok güvenlik görevlisi tarafından söz konusu davranış tarzları, kabul gören bir davranış tarzıydı.”
JİTEM kurucusu ve üyeleri olan Arif Doğan, Cem Ersever, Aytekin Özer’le tanıştırıldığını anlatan Avcı, JİTEM kurulduktan sonra başlayan PKK karşıtı eylemlerin JİTEM tarafından yapıldığı kanaatine vardıklarını anlattı. Avcı, varlığı uzun süre devlet tarafından kabul edilmeyen JİTEM’in varlığını “Diyarbakır Asayiş Kolordu Komutanlığı içerisinde ve Diyarbakır Alay Komutanlığı içerisinde tahsis edilen yerlerde JİTEM levhaları bulunmaktaydı. Bu şahıslar ilde yapılan asayiş değerlendirmelerine JİTEM komutanlığı görevlileri sıfatıyla katılmaktaydılar” sözleriyle anlattı.
Veli Küçük’ün Jandarma Genel Komutanlığı’nda karargahta olduğunu ve JİTEM’in ona bağlı olarak bölge ve Diyarbakır’da teşkilatlandırıldığını duyduğunu söyleyen Avcı, “Korgeneral Hikmet Köksal Diyarbakır Asayiş Kolordu Komutanıyken tüm birlikler ona bağlı olduğu gibi JİTEM de ona bağlıydı” dedi. Avcı, Ergenekon sanığı Arif Doğan’ın, Cem Ersever’in komutanı olmasına rağmen JİTEM’de Ersever’den daha geri bir konumda olduğunu da kaydetti. »
Avcı, JİTEM ortaya çıktıktan sonra öldürme ve kundaklama eylemlerinde artış görüldüğünü belirterek “Ersever ekibinin yapmış olabileceğini tahmin ettiğim Baro Başkanının arabasına bomba konulması, Yeni Ülke Gazetesi’nin yakılması ve Aydınlık ya da ona benzer bir derginin basılarak bir kişinin öldürülmesi ve Vedat Aydın’ın öldürülmesi olaylarıdır” dedi.
İtirafçı Abdulkadir Aygan’ı da Cem Ersever’in yanında gördüğünü anlatan Avcı, Ersever ve Aygan’ın birkaç kişi ile birlikte kendisine gelerek açlık grevi yapılan HADEP binası için ’bir şeyler düşündüklerini, polislere zarar gelmemisi için oradan çekmeleri gerektiğini’söylediğini anlattı. Avcı, “Ben de yaptıkları şeyin ve izledikleri yöntemin yanlış olduğunu bir saat kendisine anlattım. Cem Ersever bana ’Boğazına kadar bu işe battığını, yardım edeceksen söyle, etmeyeceksen karışma, benim bu saatten sonra geri duracak halim yok’ dedi. HADEP binasına bir şey yapılmasına engel oldum” dedi. » (18.7.09 /Hanefi Avcı’dan JİTEM ifşaatları / Kemal Göktaş http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Hanefi_Avcidan_JITEM_ifsaatlari&Newsid=249501&Categoryid=1)
T.C. Ordusu’nun devlet yönetme geleneği konusu üzerinde yeterince bilgiye sahip olup önemli saptamalarda bulunmuş bir akademisyen ve gazetecinin analizleri ışığında JİTEM.
« Jandarma komutanlarının hepsi JİTEM’ci Gazeteci Ali Bayramoğlu’na göre Türkiye’de gerçek sorun, askerin iç güvenlik alanına girmesi. Bunun en önemli aracı da Jandarma. 81 ilde Jandarma komutanlığı ve ilçe komutanlıkları olduğunu belirten Bayramoğlu, “Bu alay komutanlarının hepsi Silopi’de, Cizre’de JİTEM’in çarkından geçtiler” diyor. “Her askerî darbede çıkarılan yasalarla, askerler önce askerî malları, sonra askerî kadroları, daha sonra da askerî harcamaları Sayıştay denetiminden muaf tuttular.”
“Türkiye’deki sorun, askerin iç güvenlik alanına girmesiyle ilgilidir. Asker iç güvenliğe Jandarma yoluyla giriyor ve sivil hayat üzerinde büyük bir kontrol ve iktidar sağlıyor.”
Bizim ordunun bu ülkede konumu tam olarak nedir? Türkiye’de askerin konumu tek kelimeyle şudur. Silahlı Kuvvetler, devlet içerisinde kendini denetletmeyen, içe kapalı ‘özerk’ bir yapı. Bu ülkede asker sadece hukuki açıdan değil, finansal ve idari açılardan da özerk! Kendi harcamalarını denetletmeyerek finansal açıdan, Savunma Bakanlığı’na bağlı olmayarak da idari açıdan özerk. Ve tabii en önemlisi asker, hukuki açıdan özerk! Asker, kendisini dokunulmaz kılan bu mekanizmadan güç alıyor ve siyasete müdahale ediyor. Şimdi işte bu koruma kalkanında çok önemli bir delik açıldı.
Türkiye’de bir de ciddi bir Jandarma sorunu var. Jandarma bir asayiş gücü ama düşmanla savaşmak için eğitilmiş ordunun bir parçası. ‘Düşman’ anlayışıyla eğitilmiş bir birimi, kendi vatandaşının asayişini sağlamak için kullandığında sonuç ne oluyor? Aslında Türkiye’deki sorun, askerin iç güvenlik alanına girmesiyle ilgilidir. Askerin iç güvenlik alanına girme yollarından biri de Jandarma’dır. Çünkü asker, kırsal alanda polis görevi yapan Jandarma’nın sicil amiridir. Bu durum, kırsal alanda asayiş görevini askerîleştiriyor. Mesela Jandarma askere bağlı olduğu için, yasaların uygulanmasına karşı direniyor ve yetki gaspında bulunuyor. Mesela bir yeri ilçe yaptık diyelim. Jandarma’nın ilçe yapılan yerden çekilmesi gerekir.
Çekilmiyor mu? Çekilmeyebiliyor. Çünkü Emniyet’in Jandarmanın yerini alabilmesi için, Emniyet’le Jandarma’nın bir protokol imzalaması gerekiyor. İşte bu protokolü Jandarma imzalamayabiliyor. İmzalamadığı zaman da Jandarma o ilçede kalıyor. Mesela Trabzon Pelitli’nin ilçe olduğu halde 1999’dan beri Jandarma’da olması bu yüzdendir. Jandarma, Pelitli’nin Polis’e geçmesini uygun görmüyor.
Niye? Pelitli, Hrant Dink cinayetinde adı öne çıkan bir ilçe değil mi? Evet, oradan Hrant’ın katilleri çıktı. Pelitli’yi Jandarma bırakmıyor çünkü orası, Trabzon Üniversitesi’nde okuyan öğrencilerin ucuz diye oturdukları bir yer. 2008’de Türkiye’de 42 ilçe kuruldu. Ama Jandarma kırkından çekilmediği için bunlar Emniyet’e geçmedi. Mesela Jandarma Ankara Pursaklar’dan hâlâ çekilmedi. Pursaklar’ı bırakmak istemiyor, çünkü bir Nakşibendi tarikatı daha çok orada oturuyor. Jandarma’nın doğrudan Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı olması, ülkenin yüzde 92’sinde iç güvenlik hizmetini askerin yaptığını gösteriyor. Yani asker, Jandarma yoluyla sivil alana giriyor ve iç güvenlik yoluyla ülkede inanılmaz büyük bir kontrol ve iktidar sağlıyor.
Asker bu iktidarı nasıl sağlıyor? Asker, Jandarma yoluyla girdiği sivil alanda kendi askerî mekanizmalarını ve hukukunu kullanıyor. Böylece Jandarma’nın faaliyetlerini korumaya alıyor. Dolayısıyla Jandarma’nın insan hakları ihlalleri, JİTEM’den Hrant Dink cinayetine kadar uzanan eylemleri, büyük bir koruma kalkanı altında kalıyor. Yani Jandarma hesap vermiyor. Bir Jandarma subayını yargılayabilmek için Jandarma Genel Komutanlığı’nın idari soruşturma yaparak müsaade etmesi gerekiyor. Ayrıca Jandarma’nın yetki gaspı bununla da kalmıyor.
Jandarma başka ne yapıyor? Hakkı ve yetkisi olmadığı halde Jandarma Komutanlığı il ve ilçelerde istihbarat da yapıyor. Kırsal alandaki olayı İstanbul’da da takip etmem gerek diyerek mesela Rafi Portakal’a gidiyor tarihî eser kaçakçılığıyla ilgili bilgi alıyor. Oysa kanun, “il ve ilçelerin dışında alan kırsal alanda Jandarma, kent alanında Polis görev yapar” diyor. Ama Jandarma ilçe yapılan yerlerden çekip gitmiyor. Jandarma Genel Komutanlığı, “çekilmeyi uygun görmedim” diyebiliyor. Bu kadar özerk bir yapı yani Jandarma! Oysa demokrasilerde askerin iç güvenlik alanına girmesi ciddi kurallara bağlanır.
Sizin üstünde çok durduğunuz EMASYA var bir de. EMASYA tam olarak nedir? Askerin polis gücü olarak kullanılmasını düzenleyen protokoldür EMASYA. Bu protokol, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da emir komutanın askere geçmesine imkân veriyor. Bu protokole göre, 81 ilde asayiş güvenlik merkezleri kuruluyor. Bu asayiş güvenlik merkezleri, toplumsal olayları izleme merkezleri olarak çalışıyorlar. Yani insanları fişleyebiliyorlar. Ayrıca devletin bütün istihbarat bilgilerinin buralarda toplanmasını istiyorlar.
Nasıl bir sistem bu? Sonuçta bu sistem yüzünden insanların başlarına ne geliyor? Askerî bir sistem bu. Askerin sivil otoriteye bağlı olması yerine, sivil otoritenin askerin yörüngesinde hareket ettiğini gösteren otoriterleşmiş, militerleşmiş bir kamu düzeni bu... Asker, Jandarma ve EMASYA kanalıyla iç güvenlik alanını askerîleştiriyor. Böylece asker, kanuni yetkisi olmadığı halde polis hizmeti ve istihbarat toplama işi yapıyor. Ve, asker bunları yaparken denetlenmiyor. Aslında Jandarma’yla İçişleri Bakanlığı’nın ortak bir komisyon kurup yönetmelik çıkarması lazım. Asker buna direniyor. Çünkü asker komisyonlara katılmıyor.
Siyasetçi EMASYA’yı neden kaldırmıyor? Bu, kabul edelim ki kolay iş değil. Asker sorun çıkarır diye korkuyor. Mesela ‘kaldırırsan iç güvenlik zafiyeti olur’ der, onun düzeneğini hazırlar ve yaşatır. Bu durumda sivil olarak sen zafiyet yarattın diye suçlanırsın. Bir de tabii Türk siyasetçisi askerî vesayete eleştirel bakmıyor. Asker ondan yana mı yoksa ona karşı mı, buna bakıyor o. İlkelerden uzak, kişi bazında faydacı siyaset algısı büyük sorun üretiyor.
JİTEM’e gelirsek... JİTEM hangi anlayışla kuruldu? JİTEM, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve devletin, yasalar yoluyla çözemediği kimi sorunları yasadışı yollardan çözmek üzere kurulan bir yapıdır. Devlet içinde resmî bir çeteleşme yapısıdır. JİTEM, hem istihbarat hem de operasyon yapıyordu. Dünyanın hiç bir yerinde bu iki işi aynı birimler yapmaz. JİTEM, insanları korkutmak, suçluları kullanmak, adam öldürmek, infaz etmek gibi devletin politikalarından kaynaklanan bir cinayet işleme mekanizması olarak çalıştı. JİTEM tamamen yasaya aykırıydı. Aykırı olduğu için de zaten yıllardır “JİTEM yoktur” yalanını tekrarlayıp durdular.
Bugün JİTEM’in durumu ne? Bugün JİTEM’le ilgili soruşturmalar derinleşiyor ve şu anda dört soruşturma ve iki dava sürüyor. JİTEM ise Jandarma İstihbarat Teşkilatı olan JİT’e dönüştü. Jandarma İstihbarat Dairesi’nin bütün birliklerde JİT olarak yapılanmaları var. Aslında bu ülkede Jandarma, Kürt meselesinin patlamasıyla 1980’den sonra çok siyasileşti. Kürt meselesiyle ilgili en ön safta mücadele eden bir güç oldu. JİTEM’in kuruluşu da buna denk geldi. Bugün 81 ilde Jandarma komutanlığı ve ilçe komutanlıkları var. 81 tane Jandarma alay komutanı var. 81 ilde görev yapan kişilerin hepsi Silopi’de, Cizre’de JİTEM’in çarkından geçtiler. » (Taraf-Neşe Düzel /13.07.2009
http://www.taraf.com.tr/haber.asp) |
|