|
Dersim’de katledilenler Alevi Kürtlerdir ve Öymen “Kral Çıplak” dedi… |
2009-11-25 18:08 |
İbrahim GÜÇLÜ ibrahimguclu21@gmail.com |
|
“Kürt sorunu” ve Kuzey Kürdistan ulusal hareketi, bütün öncelleri olan askeri darbelerde olduğu gibi 12 Eylül Askeri Diktatörlüğünün de gerekçelerinden biri oldu. Kürtler, bölücü olarak nitelendirildi. Bölücü Kürtlerin tasfiyesi edilmesi için soykırım mekanizması işletilmeye başladı. Yüz binlerce Kürt insanı gözaltına alındı, sorgulandı, işkencelerden geçirildi, tutuklandı, onlarca yıl cezalara çarptırıldı. Sorgudaki işkencelerde ve hapishanede onlarca lider düzeyindeki onlarca Kürt aydını, siyasetçisi, yurtseveri öldürüldü. Hapishanedeki işkenceler, sözle anlatılmaz bir düzey aldı. Kitaplara, dergilere sığmadı. Diyarbakır Hapishanesi üzerine yapılan belgesel filmler Türkiye’de ve uluslararası düzeyde ödünler kazandı. Diyarbakır Hapishanesi, yapılan kötülükler, insanlık dışı muameleler, insanı insan olmaktan çıkaran yaklaşımlardan dolayı, dünyanın en kötü beş (5) hapishanesi arasında yer aldı.
12 Eylül Diktatörlüğü, Kuzey Kürdistan ulusal hareketini bastıramadı, kırdı ve döktü. Kürdistan ulusal hareketi küllerinde yeniden canlanmaya, gelişmeye, boyutlanmaya başladı.
Özal’dan bu yana genel olrakKürt sorunundaki tartışmalar…
1983 yılından sonra Özal Kürt sorunu ile ilgili hayati konular gündeme getirdi. Kürtlerin var olduğunu ve 12 milyon Kürdün Türkiye’de yaşadığını itiraf etti. Kürtler varsa, bunların haklarından bahsedileceği gerçeğinden hareketle, Kürtlerle ilgili olarak Federasyon da dahil her şeyin tartışılabileceği liberal yaklaşımını ortaya koydu. Bu yaklaşım sonucu Güney Kürdistanlılarla resmi ilişkiler geliştirdi. Irak KDP ve KYB’nin Türkiye’de büro açmalarına müsaade etmekle, Türkiye’deki resmi ideolojinin ortaya koyduğu dehşet bir tabuyu yıktı. Ama “Kürt sorunun” da daha ileri atılımlar ve açılımlar yapamadı.
Özal’dan sonra Süleyman Demirel ve Erdal İnönü, Diyarbakır’daki kitlesel bir toplantıda Kürt gerçeğinden bahsettiler. Diyarbakır’ı terk ettikten sonra, bir daha arkalarına dönüp bakmadılar. Onları, Tansu Çiller İspanya Gezisi dönüşünden “Bask Modeli”nden bahsederek takip etti. O da konuya ilişkin olarak somut bir adım atmadı. Mesut Yılmaz “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” dedi. Kürtçe Kursların açılmasından öteye bir adım atamadı.
R. T. Erdoğan Ağustos 2005 yılında “Kürt sorunu vardır. Devlet Kürtlere karşı büyük hatalar yapmıştır. Kürt sorunu daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi ile çözülür” demesine rağmen, Ankara’ya döndüğü zaman, “tek ülke, tek vatan, tek millet, tek dil, tek bayrak”tan bahsetti. Ancak 2008 Yılında Kürtçe televizyon açılımı ile yeni bir adım attı. 2009 yılında önce “Kürt Açılımı”ndan bahsetti. Yapılan eleştiriler karşısında “Demokratik açılım” dedi, arkasından da “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi” dedi.
Bu projenin ön görüşmeleri Meclis’te 13 Kasım’da yapıldı. Proje üzerindeki esasa ilişkin tartışma 14 Kasım’da Meclis’te yapıldı. Genel görüşme sırasında CHP adına Onur Öymen Genel Başkan Yardımcısı olarak konuşma yaptı. Konuşmasında, Dersim’deki Kürt ayaklanmasına karşı Atatürk’ün uyguladığı katliam ve jenosid modelinin uygulamaya geçirilmesini savundu. Esas üzerindeki görüşmede Deniz Baykal, Ermenilerin soykırımından Kürtlerin sorumlu olduğunu ileri sürdü.
Öymen’in görüşleri üzerinde durmadan önce, Deniz Baykal’ın siyaset sahtekârlığı üzerinde durmak gerekiyor. Biliniyor ki Osmanlı İmparatorluğu, Ermeni soykırımında Kürtleri kullandı. Kürtlerden güç oluşturdu ve Ermenilerin üzerine saldırttı. Kendisini de böylece temize çıkarttı. Ama tartışılmaz bir gerçek var ki, Ermeni katliamı sırasından Kürtler iktidar ve söz sahibi değillerdi. Güdülen bir güçtü.
Öymen “Kral Çıplak” dedi ve Atatürk’ü deşifre etti…
Öymen’e önce teşekkür ve sonra da nefret-telin etmek lazım. Teşekkür etmek lazım, çünkü Öymen “Kral Çıplak” dedi. Atatürk’ün Kürtler karşısındaki siyasetini, yaklaşımını, çözüm modeli olan soykırımı, ortaya koydu ve Atatürk’ü deşifre etti. Bunun için de kendisinse yönelik tepkilere ve nefrete karşı, açık yüreklilikle “Atatürk’ü savundum” dedi. Bununla da doğruyu söylüyordu.
Yine bu nedenle, kendisinin ırkçı, sömürgeci, faşist olduğu konusundaki değerlendirmelere, “ben bu sıfatlara layıksam, Atatürk de bu sıfatlara layıktır.” Bu da olukça gerçekçi ve dürüstçe bir yaklaşımdı. Gerçekten de, sömürgeci, ırkçı, faşist olan Atatürk’tü. Atatürk demokrasiye karşıydı. Askeri bir rejimi kurdu ve tek parti diktatörlüğünü sevdi. Türk ulus devletinin babası oldu. Sömürgeci bir sistemi yapılandırdı. Kürdistan’ı sömürge yaptı. Kürtlerin yok olduğu tezini, resmi devlet siyaseti ve ideolojisi haline getirdi. Kürtlerin bütün ulusal haklarını gasp etti. Türk Devleti kuruluşunda Kürtlere verdiği tüm sözleri unuttu. Kürtleri bağımlı ve sömürge bir ulus haline getirdi.
Atatürk, Kürt ulusu hakları için talep sahibi olduğu ve ayaklandığı zaman da, Kürtleri katletti ve soykırıma tabi tuttu. Kürtleri 1938’de sadece Dersim’de değil, 1919’da Koçgiri’de, 1925’te Diyarbakır ve Piran’da, 1932’de Ağrı’da, değişik tarihlerde Sason’da, Zilan’da katletti.
Öymen’in Kürt sorunu ile ilgili önerdiği model, teslim etmek gerekir ki bir Atatürk ve resmi bir devlet modelidir. Kızılacaksa, önce Atatürk’e, sonra Öymen’e kızılmalı. Eğer nefret edilecekse önce Atatürk’ten sonra da Öymen’den nefret edilmeli.
Kemalizm’in iflası CHP’nin yok olması anlamına gelir…
“Kürt sorunu”, demokratik, evrensel ölçüler ve modeller çerçevesinde bir çözüme kavuştuğu; Kürtler, Kürdistan’da egemen ve iktidar eden bir millet olduğu zaman, Kemalizm iflas edecektir. Kemalizm’in iflası, CHP’nin yok olması demektir.
Bu nedenle CHP, Kemalizm’in ayakta kalması, Kemalizm’in kurguladığı devlet projesinin, üniter ulus devletin devam etmesi için direnmekte, mücadele etmektedir. Bu nedenle “Kürt sorununun” çözümünde katliam ve soykırım modelini savunmakta ve bunda ayak diretmektedir.
Savunulanlar, CHP’nin tarihine, şanına, yapısal özelliklerine, tekçi ideolojik yapısına tam da uygundur.
Sorun alevi sorunu değil ve Kürt ulusal sorunudur….
Öymen’in Meclis’te ortaya koyduğu görüşlerden sonra, Dersim’de Alevilerin katledildiğine dair görüşler ortaya konulmakta. Bu bir bilgisizlik sonucu ise, anlaşılır bir yanı vardır ve tolere edilebilir. Ama bunun yine devletçi kesimler tarafından, Kürt sorununun gözlerden uzak tutulması, Kürtler arasında bölünme yaratmak için bir ideolojik ve siyaset manevrası olduğu tartışmasızdır.
Dersim’de Kürtler kendi bağımsızlıklarını elde etmek, ulusal haklarını kazanmak, alevi inancına dair haklarını elde etmek için mücadele ettiler. Dersim’de ulusal bağımsızlıkları için ayaklanan Kürtler alevi mezhebine tabiydiler. Bu nedenle, sorun bir alevi sorunu değildir: Dersimliler alevi oldukları için değil, Kürt oldukları için katledildiler. Diyarbakır’da-Piran’da, Ağrı’da, Koçgiri’de katledilen Kürtler de suniydiler. Buralarda da öldürülenler suniler değil, yine suni Kürtlerdi.
Kürtlerin ve özellikle de Alevi Kürtlerin, devlet yandaşı güçlerin yeni dönem tezgâhına ve tuzağına düşmemesi gerekir.
Alevi Kürtlerin Kemalizm konusunda kendilerini eleştirmeleri ve Kemalizm’den kopmaları gerekir…
Alevi ve Suni Kürtlerin, Öymen’e tepki duymaları, Öymen’in söylediklerini şiddetle eleştirmeleri; Öymen’in ve CHP’nin tutumunu mahkûm etmeleri oldukça yerinde bir ulusal ve insani refleksdir.
Ama Öymen’e karşı tepki gösterirken, Atatürk ve Kemalizm unutulmamalıdır. Bu tepkiyi esas olarak Atatürk’e ve uygulamalarına, devletin resmi ideolojisi Kemalizm’e yöneltmek gerekir.
Alevi Kürtlerin önemli bir kesiminin, Öymen olayı vesilesiyle aynı zamanda bir özeleştiri içine de girmeleri gerekir. Kürtlere suni ve alevi ayrımı yapmadan, Kürt oldukları için katleden Atatürk’tür. Buna rağmen, Kürtlerin ve özellikle de Alevi Kürtlerin Kemalist olmaları ve on yıllardır CHP’yi desteklemeleri büyük bir çelişki, kendi düşmanını içselleştirme, olumlama ve pozitif kılma ruh halidir. Bir başka yönüyle, korkuya teslim olma ve korkuyu içselleştrimedir.
Öymen olayı, Kürtlerin silkelenmelerine vesile olması en büyük dilek olmanın ötesinde, Kürtlerin ve özelikle de Alevi Kürtlerin Kemalizm’den kopuşlarına ve ayrışmalarına temel olması gerekir.
Bu ayrışmanın, farklılaşmanın ve kopuşun en önemli göstergesi, CHP’den kopuş, Kürtlerin kendi örgütlenmelerine yönelmeleridir. Kemalist sistemi doğrudan sorgulayarak, Kemalist sistemin Kürde ait bir sistem olmadığını bilince çıkartmaktır.
Amed, 18. 11. 2009 |
|