|
Nezir Akat: Ulus ve çözüm araştırması-2 |
2009-07-10 10:17 |
Nezir Akat info@mediakurd.com |
|
Bugün birçok ulusal tarihçi modern ulus devletlerin şekillenmesini uzun bir tarihi geçmişe ve süreklilik arz eden bir prosese bağlıyorlar. Buna bağlı olarak dilin rolünü çok önemli bir faktör olarak dile getiriyorlar.Çünkü dilin şekillenmesi ulusallığın ilk etaplardaki bir paradoksu ve günümüzün modern ulus-devlet oluşumundaki üstün rolünü görmemezlikten gelinemez bir faktör olduğu inancındadırlar. Çünkü dilin kendisi bizi eski çağa ait olan mistik bir zamana götürüyor ve ulusun dayanışmasına sembol olarak ulusun diri kalmasını sağlıyor. Dilini kaybeden bir ulusun varlığı düşünülemez. Çünkü ulus ancak diliyle varlığını sürdürebiliyor.
Stalin´in büyük ulusların dillerinın geleceğin dilleri olacağı tezinin arkasındaki kendi gerçeği, küçük ulusların dillerinın giderek yok olmasını ileri sürmesiydi. Bu düşünce ve süreç bir kaç dilin gelecek diller olma misyonunu tamamlamaya giderken, öte yandan küçük ulus dillerinın de gelişmesi ve unutulmaması için dünya çapında eşsiz bir mücadele verilmektedır. Her ayrı dillerlerden ve lehçelerlerden konuşanlarla karşılaştığımızda bu gerçeği bir kere daha hatırlıyor ve dillerin yaşanmasının önemini kavrıyoruz.
Eskiden antik Yunanistan´da yunanca konuşmayan her kavim ve halk grupları barbar olarak niteleniyordu. Bugün bu süreç nesli tükenmiş bir Türk devleti ve Türk toplumunun Kürd dilini inkar etmesi gibi çağımızın en sömürgeci ve barbar bir yapısı ile karşı karşıya kalan bir Kürd ulusunun var olduğunu düşündüğümüzde, bugün Avrupa da yabancı düşmanlığına bir zemin hazırlayan faktörler arasında dillere olan ayrımcılığın yer almasını ve dillere düşmanlığın var olmasını duyduğumuzda, ayrı dillere saygı duymanın ve bütün dillerde eğitimin bir insani hemde bir ulusal demokratik hak olduğunu görmemizi kaçınılmaz kılmaktadır.
Artık bu sorunun demokrasinin mihenk taşı olduğunu da kavramamızı zorunlu kılmaktadır.
Bugün bu düşünce ve sorun dünya çapında bir bireysel sorun olmaktan çıkmış ideolojik bir perspektıf almıştır. Bu ideolojik perspektifte demokrasi ve insan hakları zorlanıyor. Çünkü bir yan da insanlığın binbir emek ve alınteriyle kazandığı geçmişine saygı duymayan ırkçı, soven ve millitarist-Türk devleti gibi- düşünce, diğer yanda insanlığın geçmişine saygı duyan demokratik hümanist düşüncelerin çatışması en korkunç savaş ve mücadelelerle devam ediyor.
Bugün dünyanın hiç bir yerinde homojen bir ulus veya ulus-devletten söz edilemez. Ancak halen Birinci dünya savaşının ırkçı düşünceleriyle filizlenen ve Ikinci dünya savaşıyla güçlenen faşist ve ırkçı düşünceler temelinde gelişen Türk milliyetçiliği bu noktada dünya halklarından uzakta durmakta ve eski faşist ve ırkçı düşünce ve uygulamalarda diretmektedır.
Dil diğer yandan o dili konuşan halkların insanlığa yaptığı kültürel katkının birer mirası olarak da sayılır. Bu mirası savunmak ister istemez halkın, dilin politik argumanlarını odak noktasına almayı zorunlu kılar. Tarihsel ve politik birliğin güçlenmesinde ve gelişmesinde önemli bir rol oynayan dil ve edebiyatın önemini kavramayan her ulusal hareket ve kurum ister istemez sonuçta kendisini halkın dışında görecektır. Çünkü burada önemli olan ulusal ve siyasal birliğin ve tarihin tanımında dilin ve edebiyatın rolü büyüktür. Ulusal birliğin en büyük derecedeki en önemli sorunu kendisini zihin ve ruhsal yapıda ortak bir tarihsel ve dilsel geçmişte tarif etmeyi başarabilmekte yatar. Bunu ancak dil sayesinde ve edebiyatın vazgeçilmez katkısıyla yapabilir. Türkiye de ve bir ölçüde Kürdüstan da dil sorunu ele alınıp tartışıldığı zaman bilinçli olarak bir çok odaklar tarafından dil sadece bir iletişim aracı olarak tarif edilir.
Bu ise sonuçta dilin tarihsel olarak zihinsel ve ruhsal yapıdaki tarihsel rolü ve varlığı gözden kaçırılır. Çünkü dilin tarihsel birlik ve dayanışma üzerindeki etkisi karar alıcı bir kesinlık kazanır. Bunun bilincınde olan sömürgeci devlet kurumları ve kuruluşları dilin önemini çarpıtmakta gecikmiyorlar. Bu genelmelerden sonra ısveç dili tarıhsel geçmişine ve bugünku yapısına bir göz atalım.
Isveç dili tarihçesi ve bugünü
1809 da İsveç Finlandiyayı kaybetmekle, Isveç te tek dilli devlet olarak tarif edilecek bir sürece girdi. 2006 da Isveç dilinın devletin resmi dili olması ve Anayasada yer alması için bir komite kuruldu. Komitenin önerisi isveç´çenın resmi dil olmasını garanti altına alacak yasaların çıkarılması idi. Buna bağlı olarak ikinci öneri de Isveççe literatürün okullarda okutulması ve vatandaşlık için Isveççenın bilinmesinın koşulunu öneriyordu. Bunlardan hiç birisi de kabul görmedi. İsveççe ta 1809 dan itibaren Finlandiya da fince ile aynı statüyle resmi bir dil olarak kabul edilirken, İsveç te Isveççe halen resmi dil değildir.Anayasaya göre Isveç te Isveççe resmi dil değildır. Ne var ki İsveççe, Fınlandiya da fincenın yanında ikinci resmi dildir.
İsveç´çenın hem yazılı dil hemde literatür dili olması için alınan tedbirlerın tarihi ta 1700 lere dayanır. Nasyonal teorisyen Benedit Andersson, ulusu ulus-devleti şöyle tarif ediyordu: ”bir birlik ve dayanışma temelinde oluşmuş, bağımsızlığı ve üstünlüğü amaçlayan topluluk”. Bu amaç ancak zaman ve mekan içinde anlam bulabiliyordu. Bu mekan ve zaman içinde tarih yazımı dayanışmanın ve birliğin oluşumunda merkezi bir rol oynamaktadır. Çünkü bu yazım hem geçmişimizi hemde geleceğimizi aydınlatan bir sürece tekabül edecektır. Bu tarih yazımın ve yorumun bize öğrettikleri şey ise, ulusal tarihin ortak bir geçmişin yaratmış olduğu zihinsel ve duygusal bir birlik ve dayanışmanın yaratılmasında önemli bir rol oynadığıdır. Bu aynı zamanda ulusal terminolojide bir metafor ve soydaş olarak da tarif edilebilir.
İsveç ulusların uyanış şafağından önce krallıkla yönetilen bir devlet olarak varlığını sürdürüyordu. Uluslaşma süreçinde ise, Avrupa´nın diğer bir çok ülkesi gibi Isveçte de ulusallık ve ulusal-devlet fikri tez gelişmeye başladı. Uluslaşma sürecınde dilin, dolayısıyla basın ve yayının çok önemli rolü olmuştur. Basın ve yayın hayatı önem kazanması giderek dilin ulusal bir dil stardantını beraberinde getırdi. Dilin şekillenmesinde Krallığın ve giderek kilisenın de rolü büyük olmuştur. Ilk Isveççe kitap Kral Gustav Vasa tarafından veya onun insiyatifi ile tercüme edilen Incil olmuştur.
Luther nasıl Incili Almancaya çevirip ulusun sevgisini kazanmışsa ve uluslaşmaya katkıda bulunmuşsa Gustav Vasa da İsveçte bu tercüme ile Isveç ulusunun uluslaşmasına katkıda bulunarak halkın sevgisini kazanmıştır.
Bu tercümeden sonra artık kiliselerde papazlar isveççe halkın dilinden ibadeti vermeye başladılar. Daha dünyanın hiç bir yerinde uluslaşma nüveleri yok iken İsveç te 1500 lerde isveç dilinın kendi içindeki lehçeleriyle devlet sınırları içindeki bütün topraklarda kullanılmaya bu tercüme bir vesile olmustur. Bu isveç dilinin cocukluk döneminin erkenden uluslaşmaya yönelik bir rotaya kanalize edilmesini kolaylaştıracaktı. Fakat bu süreç isveç dilinin tam olarak şekillenmesinden çok uzaktı. Hatta bu daha uzun bir sürece tekabül edecek olan dilbirliğinden de uzaktı. Daha sonraki dönemlerde Shakspeare´nın ingilizce eserlerinin ingilizce konuşan dünya parçalarındaki uluslar kadar Gustav Vasa incili isveçliler tarafından anlaşılmıyordu.
O dönemde İsveç eşrafı halen almanca konuşuyor ve ilişkisini bu dilden sürdürüyordu. Özellikle Baltık ülkelerınde, o zaman Baltık ülkeleri Isvecın egemenliğinde idiler- ve ordu içinde de almanca konuşmak gelenekselleşmişti ve kimse bu durumu yadırgamıyordu. Fınlandiya bölgesınde fınce konuşuluyordu. Laplanda ise samerce konuşuluyordu. Kilise ve eğitim dili ise genellikle latinceydi.
Halk kendi arasında isveççe konuşurken, kimi yerlerde ibadet kiliselerde halk dillerınden isveççe, fınce ve laplandça (samerce) yapılıyordu. Stockholm´da kilise özellikle fınce ve almanca ibadeti yapıyordu.
1500 li yıllarda Isveç´çe bu durumdaydı. İlk fince kitap Incil ise 1548 de tercümesi yapılarak yayınlandı. 1700 lere gelindiğinde isveççe imparatorluğun kurucu ögesinin bir parçası oluşmaya başladı. Fakat tam bu süreçte fransız dili giderek Isveç kültürü üzerinde etki etmeye başladı. İsveç arıstokrasisi artık fransızca konuşuyordu. O dönemde Isveç aristokrasisi kendisini Isveçli olarak tarıf etmiyordu. Kendisini Avrupa aristokrasisinın bir parçası olarak görüyordu. Avrupa aristokrasisının kültürü fransız ve merkezı de tabii ki Paris ve dili de fransızcaydı. Fakat bu olumsuz duruma rağmen Isveççenın değer kaybetmesinin aksine değer kazanarak, Isveç dilinde kitap ve gazete çıkmaya başladı. Gustav III ün İsveç dil akademisini kurarak dilin gelişmesine katkıda bulundu. Dilin gelişmesi önemi kavranmaya başlandı. Bu akademi aslında fransız dil akademisinın bir kopyası olarak kuruldu fakat buna rağmen çok büyük bir öneme sahipti. Bu akademi Isveç dilinın yabacı dillerden temizlenmesi ve düzene sokulmasını amaçlıyordu.
İlk etapta bu akademi Isveç dilinde bir sözlük çıkararak dilin gelişmesine yardımcı oluyordu. Akademi Isveç dilinden çıkan kitap, makale ve şiirleri ödülendiriyordu. Bu ödüllendirme içeriğe bağlı kalmayarak temiz bir Isveççe ile yazılanlara ödül veriliyordu. Daha sonraki süreçte Akademi yeni bir uygulama ile dil estetiğine önem vermeye başladi. Akademi çalışmaları giderek ülkede önemli bir ulusal dil politikasının oluşumuna katkıda bulundu.
1800 lere gelindiğinde ise kent ve kırsal kültürü birbirinden ayrıliyordu. Kırsal kültür, geçmişi ve manipule edilmemiş endustri öncesi toplum kültürünü temsil ederken kent kültürü ise manipule edilmiş bir kültürü temsil ediyordu. Akademisyenler Isveçın değiştirılmiş kültürünü incelemek, dilin kökenine inmek için kırsala gidip geçmişi araştırıyorlardı. Bu akademisyenler geçmişi araştıranlar, geçmişin kimliğini yaşatan kırsal alanın kültür araştırmacıları olarak adlandırıldılar.
Toplum artık kendi geçmişini ariyor ve araştırıyordu. Bu kaynak da kırsal alandı. Aydınlar kırsal alanda araştırma yapmaya başladılar. Mezarlardan anıt taşlarını toplayıp inceliyorlardı. Bu anıtları yorumlayan şair ve kültür adamları Geijer ve Tegner ki bunlar sonradan İsveç tarih yazarları arasında yer alacaklardı, önemli tarih eserlerini ve Isveç dil düzenini yorumlayarak uluslaşmaya katkıda bulundular. Bu dönemde yeni bir ideolojik, teorik düşünceler gelişiyordu. Bunlardan birisi de Göti dili-eski Iskandinav dili- öne çıkıyor ve adeta yurtseverliğin sembolü oluyordu.
1800 lerde Isveç ulusal aydınları -ulusal akım, Krala ve savaşlara karşı bir hayal kırıklığı içinde kendisini diğer Iskandinav ülkelerin aydınlarıyla dil birliğine adamışlardı. Geçmişe dönüş olarak adlandırılacak bu düşünce Finlandiyayı dışlayarak Vikinglerin tarihsel geçmişinde birleşmeyi öneriyorlardı.
Finlandiya 1809 da Isveçten ayrılarak devletini kurdu. Akademi çalışmaları giderek ulusal bir halk hareketine dönüştü. Diğer Iskandinav ulusalcılarıyla yapılan çalışmalar 1869 da Stockholmde yapılan ortak ”İskandinav dillerini koruma ” adı altında yapılan toplantıda somutlaştı. Dillerın telafüzü, lehçeleri, konuşma ve yazı dilleri ve aynı zamanda dillerin yapıları tartışılarak egemen görüş, bu dillerın telafüz edildiği şekilleriyle yazılması gerektiği noktasında odaklaşıyordu. Ne varki Isveç Kraliyet Akademisi bu görüşü red etti ve ilk kuruluşunda 1874 te yayınladıgı sözlüğü temel alarak Karl Gustav af Leopold´un hece düzenini temel almayı benimsedi.
Ancak Kralın birçok hece ve kelime yapıları yabancı dillerın etkisi altında olduğu gerçeğinden hareketle bunların çoğunun ödünç kelimeler olarak kabul etti. Fakat karşılarına isveç kelimelerini koyarak kullanmaya başladı. Böylece süreç içinde Akademi bu ödünç kelimeleri kullanmamaya karar verdi. Bununla kaybolmakta olan eski Isveç kelimeleri yeniden diriltilerek kullanılmaya başlandı. Ödünç olarak kullanılan bütün kelimelerin karşısına isveç kelimelerini ekleyip yazarak, kullanılmayan isveççe kelimelerın yeniden canlandırılması çalışmaları gerçekten ürün vermeye baslamıştı. Bu çalışmalarla dilin korunması ve gelişmesi ulusun zihnininde yerleşmişti. Fakat kullanılmayan kelimelerın canlandırılması ivedilik kazanarak önem arzediyordu. Böylece bunlarin kullanılması amaçlanıyordu.
Bu süreç aynı zamanda Iskandinav ülkeleri arasında ayrı halklar ve ayrı uluslar kavramlarının yerleşmeye başladığı döneme tekabül eder. Bu çalışmalar giderek dilin monumental teklikten kurtulmasını getiriyor ve akademisyenlerın dönerek Karl Gustav Vasa´nın Incil tercumesine başvurmalarını getiriyordu. Bu süreçte yine ortaklaşa bir Iskandinav müzesi Stockholmda kuruldu ve Iskandinav merkezinın Isveç olduğu iddiaları hız kazandı.
Bu süreç Norveçın İsveçten ayrılmasını ve ulusal bagımsız bir ulusal devlet kurmasını getırdi. Fınlandiyanın ayrılması ile Norveçın bagımsızlığını ilan etmesiyle çok kültürlü ve çok dilli bir Isveçın unutulması sürecini beraberinde getirdi.
1900 lerde Isvec´te halk eğitimine önem verildiği bir dönemdir. Halk eğitimi sadece halkı biliçlendırmekle ve halkın kendi dilini iyi öğrenmekle kalmadı aynı zamanda ulusal devletin ulusunu oluşturmada da önemli bir rol oynadı.
İsveç´te 1900 larda başliyan dil reformu giderek isveççeyi istenmeyen kelimelerden temizleyerek telafüzü ve sesi çıkaracak hecelemeyi ve gramatiği getirdi. Halk eğitiminin ruhunda bedava kitap dağıtma, yazarlar birliğinın haklarının korunmasına ve yazarların maaşa bağlanmasında yatıyordu. Devlet, yazar ve şairlerın geçimini sağlayan oluşumlara gitti. Bu süreçten sonra sadece Isveç´çe yazmak yetmiyordu. Kalite, zengin bir içerik ve düzenli bir dil ile yazılmasına dikkat ediliyordu. Artık her yazar devlet yardımını alamıyordu.
Bu durum giderek Yazarlar komitesinin kurulmasını getırdi. 1954 te çıkan yasayla yazarların yardım alma koşulları ortaya konuldu. 1960,1970 ve 1990 larda dil ve kültür ile ilgili gelişmeler hem yasal hem de pratik anlamda yeni düzenlemelerle günümüze kadar devam etti. İsveç´çenın değişik lehçeleri olmasına rağmen ortak kabul edilen ve eğitim dili olarak bugünkü isveç´çe kullanılıyor. İsveç dili çoğunluğun konuştuğu ve eğitim dili olmasına karşılık devletın yasal olarak resmi dili değildır.
İsveç devletinin dil politıkası komşu devletlerın dil politikasından ayrıdır. İsveçte Isveççe dili geleceğin dili olarak tarihsel geçmişiyle çok bağlantılı olmadan bir kimlik arayışı içinde değildır.
Komşu ülkelerın dil politikası ise direkt tarihsel geçmişle bağlantılı kimlik oluşumunda dil en önemli momenti oluşturmaktadır. Diğer ülkelerde Norveç Finlandiya Danimarka ve İzlanda´ın resmi devlet dilleri vardır ve bu ulusal kimlikle bağlantılı bir politikanın ürünüdür. |
|