|
|
|
ZAGORA Tarihin Eleği-1 |
2016-08-19 09:01 |
|
|
ZAGORA Tarihin Eleği
Birinci Bölüm: Mışlı-Muşlu Yaşam Bugün dünde saklıdır. Dün yarındır. Yarın gelecek, dün geçmiştir. Bugünümüzü anlamak için düne yüzümüzü dönmemiz gerekir. Dün ve yaraında tarih var. Tarihlerini bilmeyenler yarınlarını sağlıklı tayin edemezler. O zaman -çok kısa ve çok akademik araştırma olmasa da- iki kanaldan dedelerimin izlerini sürmem lazım. Bir torun olarak bunu yapmak zorundayım. Bu zorluğu ve bu zorunluğu yerine getirdiğim oranda; kendi torunlarıma bir miras bırakabileceğim. Birinci dedem; (babamın babası ) Mele Mihemed"i de ikinci dedem;(anamın babası) Heci Hüseyni de görme imkanım oldu. Mele Mihemed Dedemle tanışıklığım ve hukukum çok azdır. Onu en son hatırladığımda, divanda bir sedir üzerinde yatalaktı. O kadarını hatırlıyorum. Ama Dedem Hüseyin"le bolca muhhabetimiz oldu. Aşına iki dosttuk. O küçük yaşıma rağmen büyük adam gibi bana davranırdı.
Bu torundan dedeye ve dedelere, dededen Miro (Muhammed Mirac şahsında) tüm torunlara bir tarihi belgedir.
Korku insani bir durumdur. Kilisedeki papaz korkuyordu. Kiliseye sığınanlar Papaza, papaz da Yüce Yaradanı"na, İsa"ya sığınıyor ve büyük bir istemle ellerini havaya kaldırarak; ""Tanrım, bizi çekirge sürüsünden ve Türklerden koru!.. Amen!.."" Papaz duasını bitirince, tüm kilisede bulunanlar üç kez ardarda: ""Amen... Amen... Amennnn!..."" dediler.
Peki Papaz ve cemaatı neden bu kadar korkuyordu? İnsanın çekirge istilasına uğraması anlaşılır bir şeydi. Peki Türklerden neden korkuyordu bu insanlar? Sorumuzu sorduk.
Yanıtı ve meselenin esas özünü ise; Türk Akınlarına uğrayanlar bilir,diyelim. Bilinir. Türkler Ortaasya"dan geldiklerinde; vatanları atsırtı, bir ellerinde kılıç, bir ellerinde kalkan vardı. Bu korkunç ikiliye Türkler, bir de Kur"an"ı eklediler. Hazreti Muhammed"in Kur"an"ı Türk için, kılıç ve kalkanı vede akınları için bir fetva görevi gördü.
Türkler Sultan"lığın yanına bir de İslam Dini"nin temsilciliğini de elde ettiler. Ve Kureşanlı Muhhammed"den de çok fetih ve istilaya giriştiler.
Tarihin zaman yaprakları 1878"leri gösterdiğinde Osmanlı"nın başında ll. Abdulhamid vardı. Abdulhamid Rus Çarına savaş açmış ve gelen Alman elçisine nara atarcasına şunu söylüyordu: ”Ölürüm de Ermenilere muhtariyet hakkı tanıyan Berlin Antlaşması’nın 61.maddesini uygulatmam.
WEZRİN"DEN 40 KİŞİ...
Sultan, sultansa buyurur. Paşaları devreye girer. Domino teorisi gibi, emir silsilesi yukardan aşağıya işler.
Sultanın tuğrası ve Osman Paşa"nın emri ellerinde olan seraskerler;Hasankeyf"ten çıkıp, doğruca Wezrin"e vardılar. Wezrin sakinlerini, kız/kızan, adam ve oğlan, kadın ve yaşlı demeden meydanda topladılar.
Erkekleri tek tek "" Sen, sen ve sen..."" diye diye seçtiler. Bu 40 kişinin içinde üç kardeş vardı. En büyüğünün adı: Mehmed"di. Mehmed"e Mele Mihemed diyorlardı. Mele Mihemed yıllardır Wezrin"in imamıydı. Diğer ikisi de kardeşleri Süleyman ve Ahmed"ti.
Mele Mihemed öne atıldı. ""Komutan beg, ben köyün imamıyım. Aha bu Süleyman ve Ahmed de kardeşlerimdir. Bir aileden üç kişi savaşa alınır mı? Geride kalanlara kim bakacak?"" dedi. Serasker, bir Mele"ye bir kardeşlerine ve bir köyün kadın, çocuk ve yaşlılarına baktı. Sakalını sıvazladı.
""Galiba sen haklısın Hoca Efendi. O zaman sen kal. Hem geride kalan ailene ve hem köydeki cemaate imamlık yapmaya devam et. Geri kalanların hepsininin ellerini bağlayın ve kafileye katın.""
Wezrin"den 40 adam, 40 can, elleri bağlı sürüklene sürüklene götürüldü.
İstikamet Erzurum/Aşkale...
Bir molla yerinde Süleyman kardeşi Ahmed"e yanaştı. ""Mele Mihamed abimiz durumu sıyırdı." ""Bence iyi de etti. Oda gelseydi evde evladı ayale bakan kalmayacaktı." ""Bu adalet mi? Sultan Rus"a savaş açarken biz mi sordu?"" ""Öyle deme abi. Kafir Rus"a karşı Sultan"ın yanında savaşmak gerekir. Düşün, o hem bizim Sultanımız, hem bu bir din savaşı. Ölürsek şehid olacağız."" ""Ne dini ne şehidliği? Ben böyle bir savaşata bulunmam ve Sultan için de, din için de savaşmam..."" ""Ya ne yapacaksın?"" ""En kısa sürede firar edeceğim."" ""Yapma abi. Gözünün yağını yiyeyim. Seni vururlar, buralarda kurda kuşa yem olursun. Hem hayli mesafe de aldık. Artık geriye dönüş de çok zor."" ""Sen benimle geliyor musun gelmiyor musun? Onu söyle. Ben kararımı çoktan verdim.""
Süleyman ve Ahmed kardeşler günlerce tartıştılar. Süleyman Ahmed"i en son ikna etti. Ve beraber firar ettiler...
Sultan ll. Abdülhamid Alman elçisine nara atmıştı. Lakin talihi yaver gitmemişti.
Savaşın akibeti, Osman Paşa komutasındaki Türk askerleri tarafında durduruldular. Ancak Kafkas cephesinde alınan yenilgilerin ardından bu cephe de zayıfladı ve Plevnenin düşmesinin ardından Rus ordusu Meriç Nehri’ni geçti.
20 Ocak 1878’de Edirne düştü. Ruslar Silivri’yi de alarak Ayastefanos’a (Yeşilköy) kadar ilerlediler.
Savaş bitti. Ölenler öldü. Kalan sağlar ise perperişan oldu. Wezrin"den tek bir kişi geri köyüne döndü. Durumu Mele Mihemed ve tüm köylülere anlattı.
""Mele senin de, bizim de başımız sağolsun. Kardeşlerin için kimi firar etti, kimi de savaşta öldü, dediler. Kesin olarak bilmiyorum ama bildiğim budur"" dedi.
Mele Mihemed, geriye kalan ailesini yanına aldı ve Reşi köyüne gitti.İmamlığına orda devam etti. Kardeşleri Süleyman ve Ahmed"in eşleri ve çocukları köyde kaldı. Süleyman"ın Sofi Salih, Ahmed"in ise Xelil adında bir çocukları vardı.
Mele Mihemed sevilen ve taktir edilen bir Mele idi. Reşililer ona gereken sevgi, saygı ve ihtimamı gösterdi. İmece usulu kendisine büyükçe bir ev yapıldı.
HECİ VE MELE"NİN KOMŞULUĞU
Wezrin"de olduğu gibi Reşi köyünde de evler kesme taşlardan yapılırdı. Bunların yapılış stili Asuri idi. Yani Asurlu ustalar ilkkez bu evlerden yapmış, Kürdler de onlardan bu yapı biçimini almışlardı.
Mele Mihemed"in evi iki katlıydı. Tek komşusu Heci Hüseyin idi. Diğer taraftan evler sırt sırta bakıyordu.
Mele Mihemed"in ailesi epey kalabalıktı. İlk eşi Sosin"den İbrahim ve Peyruza, ikinci eşi Şekire"den ise Abdullah ve Tahir vardı. Hepsi bir arda kalıyordu. Henüz evden ayrılan yoktu.
Seferberlik yılları gelip çattığında en büyük oğlu İbrahim askere alındı. İbrahim Fatma adında bir kadınla evli ve iki çocuk sahibiydi.
İbrahim uzun bir zaman askerlikte kaldı. Hatta bir ara ondan da umut kesildi, kesilecekti.
Seferberlik dönemi yaman esiyordu. Hani derler ya; ""Ana oğulu kucağından atıyordu"" diye.
HÖTHÜT KUŞUNUN İBRAHİM"E SÖYLEDİĞİDİR
İbrahim, yıllar sonra Hasankeyf şehrine girince; sanki bir yabancıydı. İnsanlar ona bakmıyor ve aldırmıyordu bile. Sessiz bir gölge gibi Hasankeyf çarşısını geçti. Sağ taraftaki -geliş ve gidişi olan minareye- baktı.
Ve Hasankale kapısı yolundan Reşi köyünün yokuşunu tırmandı. Hava güzel ve sıcaktı. Terledi. Yoruldu. Pınarbaşında mola verdi. Kana kana su içti. Abdestini tazeledi. İçi yana yana dallarda duran incirlere, üzümlere baktı. Uzanıp da tek bir tane koparmadı. İbrahim, dini bütün bir insandı. Kimsenin gönül rızasını, olurunu almadan malına el sürmezdi. Yanıbaşında duran ağaca bir höthüt kuşu (Silemanê dunikil) kondu. Höthöt ötmeye başladı. Höthüt kuşu sanki İbrahim"e:
""Çik çik cik.. Zavallı İbrahimcik... Askere gittin. Senden kalmadı kimsecik"" diyordu.
Daha çok şey anlatıyordu. Ama İbrahim Sultan Süleyman değildi. Nerden anlayacaktı kuşların lisanını. Höthüt koşuna hayran baktı. Kuş pır etti ve uçtu. Sanki; ""Merak etme İbrahim. Bugün pahalı, yarın ucuzlar"" dercesine uçup gitti.
İbrahim avlunun kapısını açınca bacısını karşısında gördü. Göz göze geldiler. Bacısı ""Berevyen Mihemmed selevat!.."" ( Muhammed Mustafa Peygemberin gözleri hatırına salavat çekin.) çekti ve yeri göğü inleten bir feryat kopardı. ""Hat hat, bireye min Brahim hat.. Bereyne Mihemmed Selevat..."" (Geldi geldi, abim İbrahim geldi. Muhammed Mustafa Peygamberin gözleri hatırına bir salavat çekin.)
Evde bulunanların tümü bu acı çığlıkla avluya koştu. Gelenler İbrahim"e usulünce ""Hoşgeldin"" ettiler. Kadınlar omuzlarından, erkekler yanaklarından öptü.
Mele Mihemed oğlu İbrahim"in askerden dönüşüne sevindi. Elini uzattı. İbrahim babasının elini öptü. Mele İbrahim"in omzunu okşadı. Belki ilkkez bir sevgi gösteriminde bulunuyordu. Mele biraz ağır ve ilk karısından olan oğlu ve kızına, sevgiden biraz kıtımdı. Buna ne İbrahim, ne bacısı aldırış etmiyordu. Artık bu duruma alışmışlardı.
Bacı kardeş kafa kafaya verdiler. İbrahim karısı ve çocuklarını sorduğunda, bacısı kendisini tutamadı. Hüngür hüngür ağlayarak kendisini abisinin kollarına attı. ""Abim, canım abim.. Çok zor yıllar geçirdik. Eşin hastalandı. Çocukların ortada kaldı. Eşin ölünce de çocuklar evi bir gün ansızın terk etti. Ne ölülerine ne dirilerine rastladık....""
İbrahim, sakin ve soğukkanlı davrandı. İçten içe de kardeşleri Abdullah ve Tahir"e de kızdı. ""Tabi çocuklarıma ve eşime bakmadılar. Onların derdi kendi canları ve kendi evlatları. Üzülme bacım üzülme. Bu Habil ve Kabil meselesi gibi bir durum. Benimkisi ne ilk, ne de sondur. Dil, en çok ağrayan yere değer. Herkes yarasını ve herkes can ile cananı daima öne almıştır. Gün ola harman ola. Sen üzülme canım bacım...""
HECİ HÜSEYN VE EMİNKÊ
Hasankeyf"in esas adı: Hisnakeyfo (Kaya içindeki şehir) anlamındadır. Süryani, Ermani ve gayr-i müslimlerin bu şehri kurduğu söylenir. Dicle nehir"nin kayaları içinde oyulan mağaralar, en tepede yapılan kral köşkü... Dicle"ye ve doğaya meydan okur adeta. 1915 Ermeni ve 1918 Süryani (Seyfo) Katliam ve Soykırımı"nda bazı Kürd aşiretleri de rol aldı. Hasankeyf merkezinde bulunan halk kendisine özgü bir lisan konuşur. Arapça"ya benzer ama Arapça değil. Süryanice"ye benzer ama Süryanice değil. Ermenice"ye benzer ama Ermenice değil. Hele de Kürdçe ve Türkçe"ninse yanından geçmez. Hasankeyf Arapları ve Arapçası tamamıyle kandisine özgüdür ve yanlızca Hasankeyf"te konuşulur.
Eminkê Hasankeyf"li bir güzel kadındı. Gözleri mavi, orta boylu ve elif gibiydi. Gülünce gözlerinin içi parlar, somurtunca şimşekler çakardı. Adama bakınca da fena çarpardı. Reşili Hüseyin Hasankeyf"e geldinde Eminke"yi gördü. Tutuldu. Sevdi ve ""İlle de ille bu güzel Eminke"yi alacağım"" dedi. Hüseyin usul ve erkan gereğince istedi. Vermediler. Ama Hüseyin sevdasından zerre geri adım atmadı. ""Vermezlerse vermesinler. Ben de alır kaçırırım."" Bir gece atına bindi. Rextini ve tüfeğini bağladı. Gondorlu tabancasını beline taktı. Hasankeyf"e indi. Eminke"nin evinin etrafında dolandı. Eminke"ye el etti. Göz etti. Onu dışarı çıkarmayı başardı. Koca gövdeli dev gibi Hüseyin Eminkê"yi bir kartal gibi atının terkisine attı. Reşi"nin yolunu tattu. Arap atı da attı. Küheylan gibi Reşi yokuşunu iki canla aşarken ""Bana mısın?"" demedi. Hüseyin evin kapısında durdu. Saray gibi evinin kapısını açtı ve bileğinden tuttuğu Eminke"ye, ""Aha burası senin gerçek evin. Bundan sonra bu evde yaşayacak ve bana karılık edeceksin."" Eminke hala soluk soluğaydı. Ne oldu ne bitti anlayamadı bile. ""Bu koca dev adamın dişlerinin arasında bir kürdan bile olamam ben. Ne diyeyim şimdi ben..."" dedi içinde. Bir köşeye büzüldü. Sabahı zar zor etti. Gün ağarıp, Hüseyin"in balkonundan Reşi"yi izleyince de bu köye aşık oldu. ""Benim kaderim de bu. Ben bu adama değil, bu köye aşık oldum. Bundan kelli baba evine dönmek yok. Yaşadıkça bu köyde olacağım"" dedi.
Düğün hazırlıkları yapıldı. Hüseyin ve Eminkê evlendiler. İki de çocukları oldu. Büyüğü oğlan Süleyman, Küçüğü kız Fatime...
Gel zaman git zaman; Hüseyin asabileştikçe asabileşti. Gerçek yüzünü gösterdi. Eminke"yi kendinden bile kıskanır oldu. Sanki karısı olduğuna inanamıyordu. Her hareketinde binbir hakaret etmeye başladı. Eminke sabırlı ve akıllı bir kadındı. Çocukları henüz küçüktü. O nedenle Hace de gidip gelen ve Heci olan Hüseyin"den koca olacak umudu yoktu. Çocuklar büyüdü ve Eminke"nin de kafasındaki kararı kesinleşti. Bir gün tüm gücünü toplayarak Heci Hüseyin"in karşısına geçti.
""Yetti artık yaptıkların. Seni istemiyorum ve senden boşanacağım Heci Hüseyin!.."" Heci Hüseyin on hançer darbesi alsaydı bu kadar sarsılmazdı. İlkez karsını bu kadar kararlı ve bu kadar sert görüyordu. Heci işi şakaya aldı. ""Sen.. İki çocukla beni bırakacaksın haaa.. Aklına güleyim. Sen beni ne sandın. Ben seni tanımaz mıyım?"" Eminke kılıçlarını kuşanan bir şilahşör gibi atıldı ortaya. ""Yarama tuz basıp bunu da yapacağım. Süleyman ve Fatime"yi de sana bırakacağım. Ben buraya zorla getirildim Heci. Seni değil, ben bu köyü sevdim. Bu köye aşık oldum. Benim için ha Hüseyin, ha Hasan.. Hiç fark etmez. Ve inadına da bu köyden evleneceğim. Burda kalacağım. Senin karın oldum ama kölen olmayacağım. Bu köy babanın tapulu malı mı?""
Her sözü Heci Hüseyin"in yüreğini ortasına iniyordu. O koca dev adam Heci Hüseyin; altın külçesi kadar değerli ve bir orkide kadar güzel, mağrur ve alımlı Eminke karşısında yığılıp kaldı. Bir fil gibi çöktü yerine. Hiç bir şey de diyemiyordu. Eminke o hırsla evden çıktı. Sonkez çocukları Süleyman ve Fatima sarıldı.
""Alahaısmaraladık evlatlarım. Sizi çok ama çok seviyorum lakin terk ediyorum. Terk edişim sizleri üzecek ama beni de özgürleştirecek. Büyüyünce beni anlayacaksınız. İnsanın özgürlüğünün olmadığı yerde, insan yaşamıyor, demektir. Ben bu hareketi, bu terk edişi yapamazsam, beceremzsem asla ananınz olmayacağım. Sizi çok çok seviyorum. Gidiyorum ama yüreğimin kanatları sizin üstünüzde olacak. Çok çok uzaklara değil, şu köyün bir ucundan bir ucuna olacak yolculuğum. Aynı köyde, aynı havayı soluyacağız ama bir çatı altında olmayacağız. "" İki evaldını son kez kucakladı ve evi terk etti.
Eminke gururlu ve özgürlüğüne düşkün bir kadındı.
1928 doğumlu olan kızı Fatime henüz 13, 14 yaşlarındaydı. İki evladı da boy pos olarak kendisine benziyordular. Ufak tefek ama tatlı ve sevecendiler. Süleyman hafif boz iken, Fatime ise simsiyah saçlı ve ahu gözlü, sert bakışı bir genç kızdı artık.
Eminke, Reşi"nin ta öbür ucundaki mahalleden Hasan adında biriyle evlendi. Hasan"dan da Bedia, Selahattin ve Sıtkı adında ikisi erkek, biri kız üç evladı oldu.
İBRAHİM YİNE BİR FATİM PEŞİNDE
(Devam edecek) |
|
|
|
|
şûkrî Gûlmûş |
|
|
|
|