Skip Navigation Links
Kurdî » Nivîsar : ZAGORA Tarihin Eleği-3
 
ZAGORA Tarihin Eleği-3
2016-08-22 09:00



WEZRİN"DE KALANLAR

Her kalan sözünü kullandığımda aklıma Dersim gelir.
Dersim de bir yerleşim biriminin değil, kocaman bir bölgenin adıdır.
Bazı tarihçilere göre Dersim"in nufüsu: 80 bine varıyormuş.
Dersim"e sefer olduğunda, her ne kadar ""Dersim"e sefer olur ama zafer olmaz"" dense de, Dersim büyük bir katliamdan geçirildi. Laş Deresi insan cesetleriyle doldu. Munzur kan işedi günlerce. Dağlar yas tuttu. Ağaçlar yeşermedi. Çiçekler açmadı. Bülbüller lal oldu. Ötmediler...
Ve ortaya şu tablo çıktı:
Dersim : 80 bin.
Giden: 60 bin.
Kalan: 10 bin.

Dersim 80 bin iken, 60 bin insan Tunç Elli Türk General ve Subaylarının emiri ve Türk Askerinin süngüsüyle ismi Tunceli oldu.
Kalan 10 bin ise geçici bir isimle anıldı.
Kalanı ve gideniyle Tunceli.. Anlıyacağınız temel farklılık Dersim ile Tunceli farklılığı oldu. Hala kimi insan -zaman zaman- Dersim, kimi zaman da Tunceli, der.
Neyseki -buna da şükür- eski Dersim yine DERSİM oldu. Lakin 60 bin yitik can, asla ve asla ne geri geldi, ne hesabı soruldu.

x

Wezrin Raman ve Garzan Bölgeleri içindedir. Lakin ne Ramanlılara ne bir başka gücün eğemenliğini kabul ettti. Wezrin her zaman kendisine has özelliğini ve direnişçiliğini korudu.

Aşkale Osmanlı - Rus Savaşı olduğunda Wezrin"den alınan 40 kişiden bir kişi sağ köyüne dönmüş ve Mele Mihemed"in diğer kardeşlerinden olan çocukları orda kalmıştı.

Bu köyde, Wezrin"de ve Feodalitenin hakimiyet kurduğu, İslamiyetin fetvası içinde kadının adı yoktur.

Ahmed"den olma Salih (Sofi Salih) ve Süleyman"dan olma Xelil Wezrin"de kalmıştı.
Wezrin muhtarı Salih"i köy bekçisi yapmıştı.

MALA SERHESİN

Sofi Salih için iki rivayet anlatılır.
Birincisi kafası çok sertmiş. Kimbilir belki de Heredot haklıydı. Çünkü Heredot Tarihi"nde;
""İranlıların kafaları yumuşak ve kırılmaya çok müsittir. Onlar saç bırakırlar. Lakin Mısırlı"ların kafaları serttir. Çünkü Mısırlılar kafalarını kazıtırlar. Kazıtılan kafaların güneşte sertleşir. Camus derisisi gibi olur. Ama saçın altındaki deri güneş görmediğinden yumuşak olur ve kırılmaya, kanamaya müsittir"" der.

Sofi Salih mizaç olarak sert olduğu kadar; kafasını da kazıtır ve o sert huyunun yanında kafasına yatmayan bir şey olduğunda -Alemi Cihan gelse- şurdan şuraya gitmezmiş. Ne muhtar, ne Nahiye Müdürü nede Şahin Şah gelse takmazmış.

Onun için Wezrin köyünün muhtar ona ""Sofi serê te hişke lo, malneket tidbe sere te hesine!.."" ( Sofi başın, kafan serttir. Evin yılkımaya sanırsın ki başın demirdendir.""

Onun için Sofilerin Aile adı ve mahlası ""Mala Serhesin"" (Demir kafalıların Ailesi) olarak bilinir.

İkinci rivayet ise; Sofi nerden bulduysa, bir çelik miğfer bulur. Kafasına takar ve kafasına taş gelse, bomba gelse zıp, zıp zıplayıp giderken, Sofi kafasını sağlama almasını bildiğinden hiç bir kavgada başı kırılmamızmış.

Bu miğferden dolayı, Wezrinliler ve çevre köyler ona "" Sofiye Serhesin"" (Demir kafalı Sofi) demişler.

x

Her rivayette biraz da hakikat var.
Sofi ve Xalil evlenir. Çoluk çocukları olur. Gün olur köyde kalır, gün olur Likat (tane toplamaya) giderlermiş.
Sofi Salih"in bir kız bir oğlan evladı varken, Xelil"in bir tek oğlu varmış. Adı Süleyman"mış. Süleyman daha 6, 7 yaşındayken anası ölür. Babasıyla birlikte yaşar.

KAYIP SÜLEYMAN"IN HİKAYESİDİR




Xelil,kalın kaşlı, kocaman kulaklı, asık suratlı ve gayet vakar bir insandı. Mizaç ve karekteri yüz ifadesinin birebir yansımasıydı. Sessiz, ağırbaşlı biriydi ve her sesiz insan; patlamaya hazır bir volkandı. Nerde, ne zaman ve ne şekilde patlayacağı, gürleyeceği hiç belli olmazdı. Ancak Xelil bu sert görünümünün aksine, sakin ve gayet geçimli biri olarak çevresinde bilniyordu. İnsanlarla ilişkisinde ciddi, seviyeli ve otoriter olduğu kadar; insanlar üzerinde saygınlık kuran, sorunları çözümde bir çekim merkeziydi.

Eşinin vefatından sonra, oğlu Süleyman"la köyde yaşamaya başladı. Bacısı Hezarê ona ve Süleyman"ına elinden geldiğince bakıyor, onlara yardımcı oluyordu.

Bir kadının dul kalması, kendi kendisine yetmesi kolaydı. Erkek ise kırık bir dal gibi kalırdı.

Xelil Wezrin"den çıktı. Çıktı ama nereye gideceğin rotası belli değildi. Biraz da ""Kervan yolda düzelir"" hesabıyla oğlu Süleyman"ı yanına aldı.
Önce Hasankeyf"e geldi baba oğul. Kelekle karşıya geçtiler. Meymuniye"de mola verip Batman"a geçtiler. Batman"dan da trenle Diyarbekir"e vardılar.
Elde yok, avuçta yoktu.
Baba oğul bir kahveye girdi.
Süleyman ""Baba acıktım"" dedi. Xelil durumu biliyordu. Lakin cebinde para yerine akrep dolaşıyordu. Anlayacağınız yoktu yok. Para yoktu. Olanla da ancak çay paralarını ödeyecekti. Oğlu Süleyman"ın "" Baba acıktım"" söylemini duymamazlıktan geldi Xelil. İkinci sefer ""Baba açım...Acıktım diyorum duymadın mı?""
Xelil duymaz olur mu? Kendisi de acıkmıştı. O adam, erkek ve babaydı. Dayanırdı. Ama Süleyman çocuktu. Çocukta yoku, yokluğu bilmez.
""Kralım çıplaksın çıplak!.."" diyen çocuk; ""Baba açım aç!.."" de derdi.
Masalarının berisindeki adam duyuyor ve içi yanıyordu. Sorgusuz ve sulalsiz varıp ekmek, zeytin helva aldı. Xelillerin masasına yanaştı.Aldıklarını masaya koydu. Garsona üç çay ısmarlattı. Ve
-Haydi, buyrun!.. Sıcak ekmek, zeytin ve peynire yok diyecek babayiğid tanımam. Buyrun birader. Haydi çocuk ne duruyorsun?
Xelil"in bu tavır karşısında gözleri parladı. İçi kan ağladı. Bu sevecen ve iyilik sever insana sevgiyle baktı.
-Sağol kardeşim ben tokum ama oğlanla beraber yiyin, ben çayı alayım yeter.
-Olur mu? Sen de buyur.
-Ayıp olmasın nerelisin?
-Siverekli.
-Ne iş yaparsın?
-Adana"da küçük bir iş yerim var.
-Güzel. Allah muaffak etsin.
-Sağol. Sen nerelisin? Nerden gelir nereye gidersizin oğlanla?
-Hasankeyf"in Wezrin köyünden yola çıktık. Batman"a, ordan da buraya, buradan da nereye gideceğimizi Allah bilir.

Yemeklerini yediler. Bu sefer Süleyman ""Baba... Kakamı yapacam...""
Xelil abdesthaneyi gösterdi. Süleyman abdesthaneye gitti. Xelil oğlu Süleyman"ın yokluğundan istifade, yekten Siverekli adama bir teklifte bulundu.
-Bak kardeşim, sana kesitirmeden bir teklifim var. Süleyman"ın annesi yok. Rahmet etti. Ben de ona bakamıyorum. Elde yok, avuçta yok ve en beteri işsizim. Eğer kabul edersen çocuğu sana vereyim.
Adam düşündü. Eliyle hafif uzayan sakalına götürdü. Bir Xelil"e bir de çocuğun gittiği abdesthane tarafına baktı.
-Olur. Yıllardır hanımla binbir yere gittik çocuk olmuyor. Eşimi de çok seviyorum. Ben ona bir baba, eşim de ana olur.
-Ancak bir şartım daha var.
-O nedir? Buyur söyle...
-Süleyman gelince ben dışarı çıkacağım ve gelmeyeceğim. Çocuğu alır gidersin. Yoksa evldımdan ayrılamam. Kendim hadi neyse de bu çocuğu perişan edemem.Yarama tuz basıp,çekip gideceğim.
-Bu da olur. Sen tasa etme.
Süleyman her şeyden habersiz gelip oturdu. Bir babası Xalil"e, bir adama baktı. Adam Süleyman"a gülümsedi. Başını okşadı.
-Adın ne senin?
-Süleyman amca...
-Doydun mu Süleyman?
-Evet sağol.
-Peki....

x

Xelil tütün tabakasını çıkardı. Kalınca sardığı sigarasını yaktı. Derin derin nefes çekti. Gözleri buğulandı. Ha ağladı ha ağlayacaktı. Gözyaşlarını içine akıttı. Adam Xelil"in omuzuna ellini dostça vurdu. Okşadı ve ona destek olmaya çalıştı. Xelil birden bire;
-Oğlum sen bu amcanla otur. Benim dışarda biraz işim var. Birazdan dönerim, dedi. Süleyman her şeyden habersiz, gülerek,
-Olur baba, dedi.
Xelil kapıdan çıkınca, oğlu Süleyman"a son kez baktı. Baktı ve yıldırım hızıyla ordan uzaklaştı. Biraz daha kalsa, biraz daha oğluna baksa bu kararından cayabilirdi. Deliler gibi, rota ve hedefi belli olmayan bir ok gibi gidiyordu. Ne kadar yürüdüğünü, ne kadar zaman geçtiğini bilmedi. Bir ara kendisine geldi.
-Ben ne yaptım? Ben nasıl evladımı verdim, diye düşündü. Aynı hız ve aynı telaşla kahveye geldi. Kahvede ne adam ne Süleyman vardı.
Garsona sordu. Garson,
-Onlar çoktan çıktı amca, dedi.
Xelil bir fil gibi yere çöktü.

(Devam edecek)
şûkrî Gûlmûş