|
Muhsin Kızılkaya: Kurtarıcılardan kurtulmak! |
2015-12-24 22:05 |
|
|
22 Aralık 2015 Salı
Abdullah Öcalan, 1978 yılında yazdığı “Kürdistan’da zorun rolü” metniyle ortaya attığı “demokratik, birleşik sosyalist Kürdistan” fikrinden, bu kez 2010 yılında İmralı’da yazdığı “demokratik ulus” metniyle tamamen vazgeçti. İlk metinde “Kürdistan’ı sömürgeci boyunduruktan” kurtarmak için “devrimci halk savaşı” önerilirken, ikinci metinde bu “savaşın” yerini “demokratik ulus inşası” aldı. 1978’de ne dediyse, 2010 yılında, bunun tam tersini söyledi. Sömürgecilik tezi artık yok. Devrimci halk savaşı “miadını doldurdu”. Devlet kurma talebi “ilkel milliyetçi” bir taleptir. Yeni tezinde “İslam birliği” var. “Misak-ı milli” var. Artık yeni hedefinin Kürtlere bir “ulus devlet” kurdurmak değil, var olan diğer “ulus devletleri de ortadan kaldıran” yeni bir “Ortadoğu Halkları Konfederasyonu”dur. 2013 yılında hükümete yazdığı bir mektupla da “barış sürecine” ilk adımı attı. Aynı yılın Nevruz’unda da Diyarbakır’da okunan “manifestosunda”, hiçbir koşul öne sürmeden “silahlı mücadele döneminin bittiğini” ilan etti. Artık yeni dönem “demokratik ulus inşası dönemidir”. Bu yüzden HDP kuruldu. Bu yüzden DTK kuruldu. Bu yüzden “Türkiyelileşme” hamlesi başlatıldı. Bu yüzden örgütüne “Silahlı militanları ülke dışına çıkar” talimatını verdi. Hatta devamında bu yüzden, herhangi bir koşul öne sürmeden 2015 yılının “bahar aylarında” örgütüne, “Silahsızlanma konferansını topla” dedi. Bu yüzden de önce cumhurbaşkanlığı seçimlerine, sonra da 7 Haziran seçimlerine bütün güçlerini seferber ettiler. Kürtler, Türkler “barış sürecine” iyice inanma noktasına geldi. Ne olduysa bu sırada oldu. Meğerse bizler burada harıl harıl “barış sürecine” gözümüz gibi bakıp onu pamuklara sararken, Öcalan’ın örgütü, Ortadoğu’daki birtakım istihbarat örgütleri ve Kürtlerin, Türklerin iyiliğini istemeyen bazı devletlerle “iş tutarak” onun ve hepimizin kuyusunu kazıyormuş. Şehirlere silah depoluyormuş. Sokaklara hendek kazıyormuş. Yollara mayın döşüyormuş. Damlara Doçka yerleştiriyormuş. Garibanın evini işgal edip evden eve tünel açıyormuş. Öcalan’ın bırakmayı düşündüğü savaşın yerine, daha kanlı, daha adaletsiz, daha kirli bir savaşa hazırlanıyormuş. Böylece; Öcalan başlarındayken, ondan izin almadan tek başına su içmeye bile gidemeyen, örgütün tepe noktalarına onun “tayin ettiği” adamları, “askeri barajlar” bahanesiyle savaşı yeniden başlatarak, onu bütün beklentileriyle, “devrik bir eski örgüt lideri” konumuna getirip diri diri İmralı’ya gömdüler. Hendeklere girerek, onun yıllar yılı, kendini inkâr pahasına oluşturduğu “demokratik ulus inşa dönemini”, Kürtler ve bölgede yaşayan diğer halklar için “tarihte eşi benzeri az rastlanır faşizan bir yıkım dönemine” dönüştürdüler. Muhtemelen Öcalan bu “yıkımı gördükçe”, “Eyleminizi selamlıyorum hevaller” demiyordur. Bu “yıkımın” getirdiği kanın, gözyaşının ve yangının etrafına kümelenmiş Kandil’dekiler ise, ezelden beri “gerici” dedikleri dindarlar ve Erdoğan’la kuyruk acısı olan bazı maceracı Türk solcularıyla birlikte, kendilerinin bile inanmadığı birtakım romantik sloganlar ve amacı belirsiz muhayyel bir “zaferin” rüyası eşliğinde Öcalan’ın teorisi üzerinde devrimcilik oynuyorlar. Çünkü onlar da biliyor ki, bir coğrafyayı yıkıp yıkarak özgürleştiremezsiniz. Özgürleştirseniz bile orası size yâr olmaz. Kendi memleketini “baykuşların öttüğü” bir harabeye çevir! Ekmeğe muhtaç fukara halkına “hayatı zehir” et! Sonra da karşısına geç, pişkin pişkin “topyekûn direniş”, “özgür yaşam” sloganlarını at! 90’lı yıllarda devletin köyünden kovduğu çilekeş köylüyü, bin bir zahmetle yerleştiği şehirdeki derme çatma barakasından da bu kez sen kov! Neymiş, özgürlük mücadelesiymiş. Cami ve okulların yanmasına, Tahir Elçi gibi zor yetişen bir Kürt münevverinin ölümüne sebep olmakla, tarihi küle çevirmekle, barbarlık derecesinde kadim topraklara kötü muamele yapmakla bir halka özgürlük getirilmez. Hem özgürleştirmek istediğiniz o yerlerden, “özgürlüğe susamış” dediğiniz o insanlar neden kaçıyor dersiniz? Madem onların “özgürlüğe ihtiyacı var” ve siz de “kurtarıcılarısınız”, eline kazma kürek, kırık tüfek alıp arkanıza, yani siz “kurtarıcılarının” yanına geçmeleri gerekmiyor muydu? Denklerini sırtına vurup sizden kaçarlarken, aslında size, “Getireceğiniz özgürlüğünüz batsın, ben yokum, sen getireceğin özgürlükle yaşa” demek istiyorlar, ama bunu anlayacak feraset nerede sizde? Hem gittikleri yere baksanıza. Hiçbirisi, sizin “özgür Kobani kantonu” dediğiniz yere sığınmıyor, tam tersine “diktatörlük altında inim inim inliyor” dediğiniz Türkiye’nin daha güvenli şehirlerine kaçıyorlar. “Kurtarmak” istediğiniz bir halk, siz “kurtarıcılarının” kazdığı kan dolu hendeklere düşmemek için kaçıyorsa, demek ki onların sizin gibi “kurtarıcılara” ihtiyacı yok. Anlasanıza!
(haberturk.com.tr) |
|