|
İbrahim GÜÇLÜ: "Tanrı başkanlar"- PKK/Öcalan - "Demokratik Özerklik"... |
2011-07-21 11:00 |
|
|
"Tanrı başkanlar"- PKK/Öcalan - "Demokratik Özerklik"...
Star Gazetesi’nden Hatice Yaşar benimle bir röportaj yaptı. Bu röportaj, 13 Temmuz 2011 Tarihli Star Gazetesi’nde özet olarak yayınlandı.
Hatice Yaşar, PKK’nın yapısına, “Demokratik Özerkliğe”, güncele ilişkin olarak önemli sorular sordu. Bu sorulara verilen cevaplarımın da tartışmaya değer görüşler olduğu tartışmasız.
Bulunduğumuz aşamada, “Demokratik Özerklik” ve PKK konusunda hayati tartışmalar var. Röportajda dile getirdiğim görüşlerimin bu tartışmalara katkı sağlayacağını düşünüyorum. Bu nedenle röportajı köşemde yayınlıyorum.
Röportajda Öcalan’ın son avukat görüşmelerinde dile getirdiği görüşleri dayanarak “Demokratik Özerkliğin” ilan edilmeyeceğini ileri sürdüm. Bu konuda bir yanılgımın olduğu haklı olarak düşünülebilir. Yine de bu ilanın geri alınacağıyla ilgili verisel bir durumun olduğunu düşünüyorum. Ayrıca “demokratik özerklik” tek taraflı ilan edilecek bir olgu değil, tarafların karşılıklı üzerinde anlaşarak ilan edecekleri bir statüdür.
****
Soru: Demokratik özerklik projesi hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu ay sonunda DTK Genel Kurul yapacak. Hatta adım -adım özerkliğe gidiliyor yorumu yapıldı. Hatta DTK sözcüsü adım-adım özerkliğe gidildiği yorumunu yaptı. Demokratik özerklik Kürtlerin beklentilerine uygun bir proje mi? Kürtlere özgürlük ve demokrasi getirir mi?
Cevap: Abdullah Öcalan’ın son avukat görüşmelerinde dile getirdiği görüşler, BDP’nin özerkliği ilân etme hesaplarını alt-üst etti. Abdullah Öcalan avukatlarına yaptığı açıklamada, BDP’nin, AK Parti Hükümeti ile mutabakat sağlayıp, meclise gitmesini öneriyor.
BDP’nin bağımsız bir iradesi olmadığı, BDP milletvekilleri de milletin vekilleri olmadığı Öcalan’ın milletvekilleri olduğu, bir-iki yıl önce de kendi iradelerini yazılı bir şekilde Öcalan’a teslim ettiklerine göre, onun söylediklerini de yapmak zorundalar.
Öcalan’ın açıklamasından sonra, CHP’nin yemin, BDP’nin Meclise gitmeme krizinin Öcalan’ın da içinde bulunduğu bir merkez tarafında yaratıldığını ortaya koyuyor. AK Parti’nin seçimde başarılı çıkmasından sonra bilinçli olarak cezaevindeki kişileri milletvekili seçtirmiş bu merkezin amaçladıklarının, Ak Parti’nin hükümet kurmaması, meclis başkanını seçememesi, yasama faaliyetleri konusunda kararlı olmamasının başarısızlığı sonucunda siyaset değiştirmek zorunda kaldı.
Bu derin merkez, CHP’nin yenin etmesi için manevrasal bir siyaset izlemeye başladı. Öcalan eliyle de BDP’yi dizginledi. Ayrıca, BDP’nin, “Kürdistan Parlamentosu kuracağız”, “özerkliği ilân edeceğizi” açıklamaları da derin merkezi ve bu merkeze bağlı olarak Kürt ulusal hareketini ortaya çıktığı günden itibaren amacından ve hedeflerinden saptırmak için çalışan Öcalan’ın hesaplarını aşan ve alt-üst eden, yeni bir iradenin şekillenmesi tehlikesini yarattı.
Bu yeni ve Kürde dair olabilecek iradenin şekillenmesine müsaade edilemezdi.
Bu nedenle “demokratik özerklik projesi”, Kürtlerin, kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi isteğine yanıt ve bir beklenti olacak bir proje değildir.
Bu “özerklik projesinin” amaçlarına bakıldığı zaman, Kürtlere özgürlük ve demokrasi getirmeyeceği de hemen anlaşılıyor.
Türkiye’de eski devlet yapısının korunmasını ve Kemalist otoriter ve totaliter devlet yapısının yaşamasını devam ettirmenin; Kürt hareketini hedeflerinden uzaklaştırmanın ve Öcalan’ın Kürt Hareketi içindeki hegemonik yapısını sağlamaya çalışan bir proje olduğu için de, demokratik ve özgürlükçü bir proje değildir.
Soru: Demokratik özerklik Kürtlerin mi projesi? Kürtlerin büyük çoğunluğunun, hatta Kürt siyasetçilerinin, önde gelenlerinin rağbet ettiği bir proje mi? Bu proje Kürtlerin değilse kimin veya kimlerin?
Cevap: “Demokratik Özerklik Projesi” Kürtlerin bir projesi değildir. Ama ne yazık ki mevcut verili duruma bakıldığı zaman, çoğunluk Kürtlerin bir projesi gibi görülmek ve yansıtılmak isteniyor.
“Demokratik Özerklik projesi”, Türk merkezli ve hem de derin merkezli bir projedir, bu nedenle Kürtlere ait bir proje değildir. Öcalan’ın da içinde bulunduğu derin merkezin, Kürtlerle ilgili tehlikeli, asker-sivili bürokratik Kemalist devlet yapısının korunması, değişimin engellenmesi, soğuk savaş dönemi devlet yapısının devamı, Kürtlerin aslı amaçlarından uzaklaştırılması için gündeme gelen tehlikeli bir enstrümandır.
Kürtler de, her millet gibi, Yugoslavya’daki Kosovalılar, Karadağlılar, Hırvatlılar; Filistinliler ve Afrika halkları gibi on yıllardır kendi kaderlerini tayin etmek için mücadele ediyorlar. Bütün diğer milletlerin izlediği yolları izlemek istiyorlar. Ya bağımsız devletlerini, yada federal ve konfederal sistemlerini yaratmak istiyorlar.
Kürtler, Türklerle siyasi statü, haklar ve özellikle yönetim hakkı, kendi kendisini yönetmek için mücadele ediyorlar.
Soru: Bugünün dünya düzeninde demokratik özerklik projesinin bir cazibesi bulunuyor mu sizce?
Cevap: Yeni dünya düzeninden kasıt: Soğuk savaş sonrasında, Sovyetler Birliği İmparatorluğunun ve Yugoslavya’nın dağılması; buna bağlı olarak 22 ulusun kendi devletlerini kurması, ulusların tarih yapıcılığındaki rolünün yeniden ve yeni bir yorumla ortaya çıkması, globalizmin gelişmesi, “dünya evi”nin şekillenmesi, ikili dünya sistemi yerine çoğulcu dünya sistemine evrimleşme, dünya çapında demokrasinin egemenliğinin gelişmeye başlaması ise, PKK/BDP’yi yönlendiren merkezin ve BDP’nin tanımladığı “demokratik özerklik” diye, ezilen ve bağımlı ulusların sorunlarını çözen bir proje ve konsept söz konusu değildir.
Bu bağlamda bakıldığı zaman, bu projenin bir cazibesinin var olduğu intibası, zorlama ve yukarıdan bir güç tarafından dikte ettirilen bir proje olmasından ileri gelmektedir.
Soru: Demokratik özerklik projesinin Kaddafi"nin Yeşil Kitabı"yla aynı olduğunu söyleyenler de var. Kaddafi"nin halkı ve ülkesinin durumu ortada. Demokratik özerklik mümkün olursa ileride benzer tehlike Kürtler için de söz konusu olabilir mi?
Cevap: “Demokratik Özerklik Projesi”, sadece Kaddafi’nin Yeşil Kitabıyla aynı değil, bütün otoriter, otokratik, teokratik, faşist, ve totaliter sistemleri hepsinde bir ortaklık taşımaktadır.
Bu projenin amacı, Kürdistan’da demokrasinin bir sistem olarak yapılandırılması değil, PKK/Öcalan Diktatörlüğünün Türkiye’deki Otoriter Kemalist Devlet yapısıyla özdeş ve aynılık içinde bir diktatörlük sisteminin kurulmasıdır.
Bütün bahsini ettiğimiz rejimler, siyasi yönetimler “demokrasi”, “özgürlük”, “adalet”, hak ve hukuk gibi yüce kavramlara sığınarak yapılanmışlardır. Hatta benim tecrübem, bir kişi, bir kurum, bir parti, bir rejim, uygulamadan çokça demokrasi ve özgürlüklerden bahsediyorsa “orada demokrasinin ve özgürlüklerin olmaması sorunu vardır” tespitini ortaya çıkarıyor.
Diktatörlük ve otoriterlik tehlikesinin ileride “Demokratik Özerklik Projesi” ile Kürdistan’da olup olmayacağı sorusu, günlük gerçeğin bilinmemesine tekabül eden bir sorudur. PKK/Öcalan, “Demokratik Özerklik” gibi ikameci tezi savunmadan ve gerçekleştirmeden önce de, diktatörlüğü bir Türk otoriter sisteminin bir alt-sistemi olarak oluşturmuş durumdadır.
Bundan dolayı, Kürt ulusal hareketinin tüm örgütsel aktörlerinin tasfiye edilmesi, Kürt yurtseverlerinin hem de dört parçada katledilmesi, kendi içindeki muhalefeti kanla bastırması söz konusu olmuştur.
Soru: Kürtler açısından özgürlükler sorunu var. Ancak Kürtlerin özgürlüğü için mücadele verdiğini söyleyenler demokratik özerklik projesiyle yeterince özgürlük vaat ediyor mu? Şu haliyle demokratik özerklik totaliter bir sistem değil mi?
Cevap: Kürtlerin bağımsızlık, özgürlük, kendi kendini yönetme sorunu var. PKK özgürlükçü, demokrat bir örgüt olmadığı için, Kürtlere özgürlük sağlaması, demokrasiyi gerçekleştirmesi olanaklı değildir.
PKK ve Öcalan Diktatörlüğünün Kürtlere sağlayacağı özgürlük, Saddam’ın Irak Halklarına, Esatların Suriye Halklarına, Kaddafi’nin Libya Halkına, diğer diktatörlerin kendi halklarına sağlayacağı “özgürlük” kadardır. Bu da özgürlük sayılmayacağına göre, Kürtlerin geleceği, PKK ve Öcalan’a terk edildiği zaman, gelecek Kürtler için karanlık olacaktır.
Soru: Demokratik özerklik Kürtlerin devletleşmesinde bir adım mı?
Cevap: “Demokratik Özerkliğin”, Kürtlerin devletleşmesinde bir adım olması olanaklı değildir. Birinci neden, güdümlü ve Türk merkezli bir projedir. Türk merkezinin Kürtler için bir devlet kurmasını düşünmek, abesle iştigaldir. İkinci neden, “Demokratik Özerklik” tersine Kürtlerin devlet olmasını engelleyen bir projedir. Dört parçaya bölünmüş Kürdistan’!ı daha fazla parçalara bölme, Kürtlerin kaderlerini yine Türk ulusuna ve onun kurumlarına bağlama projesidir. Zaten PKK/Öcalan’ın Türk ulus ve üniter devlete karşı olmaması da bunun en somut göstergelerinden biridir.
Soru: Bir yazınızda BDP"nin Öcalan"ı kurtarmayı ilk hedef olarak belirlediğinden söz etmiştiniz. Kürt siyasetinin önceliğinin Öcalan"ın özgürlüğü olması süreci nasıl etkiliyor sizce?
Cevap: Öcalan’ın kurtarılması stratejisi sadece BDP’ye ait olan bir strateji değildir. BDP ve önceli siyasi partilerin hepsi, 1999 yılından sonra “Öcalan’ı kurtarmayı” tek merkezi ve stratejik sorun haline getirdiler. Bu nedenle, Kürt ulusal değerlerinin korunması ve geliştirilmesi, demokrasi ve özgürlüklerin savunulması, BDP ve öncellerinin ana meselesi olmamıştır.
Bu strateji, PKK’nın yıllardır yaratmaya çalıştığı Apoist akımı ve Apoculuğu geliştirme ve yaratma projesinin bir devamıdır.
Bundan dolayı, Türkiye’deki birçok aydının PKK’nın, “Kürtçü”, “Kürt Milliyetçisi” bir örgüt olduğu konusundaki görüşleri yanlıştır. PKK, Apoist bir partidir. Atatürk, ne kadar “Türk milliyetçisi” ise PKK ve Öcalan da o kadar ve o içerikle Kürt milliyetçisidir. Ayrıca, Stalinist, ororiter, basçı bir parti olsa-olsa “nasyonal sosyalist” bir parti olabilir.
PKK tarihine bakıldığı zaman da, PKK’nın kendi geçmişini Türk Solu’na, Mahir Çayan ve Deniz Gezmişe dayandırdığı görülür. Ayrıca Öcalan iyi bir Kemalist olduğunu ileri sürmesiyle, Kürt ulusal direnme ve ayaklanma hareketlerini gerici, M. Kemal ve yönetimini demokrat; 1925 yılında Şeyh Sait ve Cibranlı Halit Bey öncülüğünde gerçekleşen Kürt Direnme Hareketi’nin Türkiye’deki demokratikleşmeyi engellediği tezi, bunun en somut delillerinden biridir.
PKK ve onun yasal alandaki kurumlarının, taraftarlarının bütün toplantılarda ve yürüyüşlerde “Biji Serok Apo”, “Yaşasın Başkan Apo”, “Canımızla ve kanımızla Seninleyiz” (Baas türü bağlılık yemini) bunun en somut başka ve belirgin göstergesidir.
“Öcalan’ı kurtarma stratejisi” aynı zamanda Kemalist devleti kurtarma projesi olduğundan, Kürtlerin hak ve özgürlükleri sorunu, sadece bu ana stratejinin uygulanmasında kullanılan enstrümandır. Böyle olması halinde de, Kürt ulusal hareketinin geliştirilmesinden, Kürtlerin hak ve özgürlüklerini kazanmasından bahsedilemez. Hatta PKK eylemi ve yapılanması, Kürt ulusal hareketini saptırma projesi olmasından dolayı da, tehlikeli ve Kürtlerin hak ve özgürlüklerine, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmesini saptırma anlamına gelmektedir.
Soru: Öcalan için "tanrı başkan" tanımı yapılmıştı. Demokratik sistemlerde "tanrı başkanlara” ihtiyaç var mı?
Cevap: Demokrasilerde “tanrı başkanlar” olamadığı ve olamayacağı, çağdaş ve modern sistemlerin ve devletlerin yapıları incelendiği zaman çok rahatlıkla görülebilir. ABD, Avrupa Birliği ülkelerinde “tanrı başkanlar” olmadığı hemen saptanabilir.
Demokrasilerde, başkanlar, hükümet başkanları, hükümetler, bilumum halkın temsilcileri demokratik seçimlerle tespit edilirler. Bunların hepsi de belirli zamanlarla sınırlı başkanlardır. Demokratik seçimlerle de değiştirilirler, ya da görevden alınırlar.
Demokrasilerde, devlet ve temsilcileri, devlet başkanları, cumhurbaşkanları, hükümet başkanları halkın hizmetindedir.
“Tanrı başkanlar”, otoriter, totaliter, teokratik, faşist diktatörlüklerde vardır. M. Kemal, Humeyni, Hitler, Musolini, Kaddafi, Saddam, Esadlar ve benzeri başkanlar “tanrı başkanlardır”.
Bu başkanlar demokratik seçimlerle seçilmezler, halkın hizmetinde olmazlar. Halk onların hizmetindedir.
Bu sistemlerde ve rejimlerde, devlet efendi, halk köle ve kuldur.
PKK senaryosunda da, Kürt halkı, “tanrı başkan”, hatta peygamber ve tanrı olarak tanımlanan Öcalan’ın hizmetindedir. Öcalan, “dokunulmaz” ve eleştirilmez bir lider olarak ele alınmakta ve tanımlanmaktadır. Bütün Kürtlerin, Öcalan’a kurban edilmesi tartışmasız kabul edilen bir durumdur. Bu nedenle, Öcalan kendi diktatörlüğünün gerçekleşmesi için milyonlarca Kürdün öldürülmesini göze alacak kadar gözü dönmüş bir lider konumundadır.
Soru: Son seçimde BDP farklı bir strateji uygulayarak bugüne kadar ihmal ettiği belki de görmezden geldiği muhafazakar/dindar Kürtlere de yöneldi. Bu amaçla Şerafettin Elçi ve Altan Tan gibi isimleri aday gösterdi. BDP dönüşmeye mi çalışıyor?
Cevap: PKK’nın ulusalcı sosyalistlerle, dindar Altan Tan ve muhafazakâr Elçi, küçük de olsa PKK’ye “muhalif olan” diğer parti ve kişilerle ilişkiye geçmesi, PKK/BDP’nin bir dönüşmesi ve demokratikleşmesi olayı değildir.
Bu ilişki, PKK/BDP’nin Baas türü ulufe ile kendi dışındaki muhalefeti ortadan kaldırma, Kürdistan’da tek güç ve tek muhatap olduğunu yaratma strateji ve taktiğidir.
CHP ne kadar dönüşebilmişse ve dönüşebilirse, PKK de o kadar değişir ve dönüşür! Bana göre CHP ve PKK’nın değişmeyeceği mutlak bir saptamadır. Değişmesi ve demokratikleşmesi için mekanizma olarak ortadan kaldırılmaları ve tasfiye edilmeleri ile olanaklı olur.
PKK, Kürt ittihat-terakkicileridir.
PKK’nın bu yeni stratejisini, demokrasi, kendi dışındakilere kıymet verme, onları meşru görme gibi tanımlamak yanlıştır.
Soru: BDP/PKK"nın son dönem stratejilerinden biri dindarları hatırlamak. Şeyh Sait hatırlanır oldu. Anma toplantıları düzenlendi. PKK-BDP tüm Kürtlerin temsilcisi mi olmaya çalışıyor yoksa tarihi figürleri amaçları için mi kullanıyor?
Cevap: PKK eliti ateist, tanrı tanımazdır, tıpkı M. Kemal ve arkadaşları gibi. PKK ve Öcalan da M. Kemal ve arkadaşlarını taklit ediyor. M. Kemal ve arkadaşları, dini enstrümanı çok başarıl kullandıkları için, Kürtlerin de desteğini kazanmışlardır.
M. Kemal ve arkadaşları iktidar olduktan sonra, halifeliği kaldırdılar. Daha sonraki yıllarda da, anti-İslamcılığı ve an-Kürtlüğü resmi devlet politikası olarak sürdürdüler ve bu resmi politikayı uygulama alanına soktular. İslamcıların, Kürtlerin, Komünistlerin ve diğer muhaliflerin çektikleri acılar bu siyasetin sonucuydu.
PKK de, dini kendi egemenliği için bir araç olarak kullanıyor.
Ayrıca PKK ve Öcalan’ın Şeyh Sait ve Cibranlı Halit Bey’in öncülüğünde gelişen 1925, diğer Kürt ulusal direnme ve hak arayışları hareketine bakış açısı çok nettir. Bu hareketleri inkâr etmekteler ve tarihi kendileriyle başlatmaktadırlar. Şeyh Sait ve arkadaşlarını da gerici olarak tanımlamaktadırlar. Bu konuda PKK ve Öcalan’ın binlerce tespiti var.
Buna rağmen, 29 Haziran’da Şeyh ve Arkadaşlarını Anma toplantısını yapmaları, Şeyh Sait ve arkadaşlarını kullanma tutumudur. Bu konuda bir özeleştirileri de yoktur. Bu anma toplantısına ilişkin bir makale de kaleme aldım. O makalemi de size gönderiyorum.
Amed, 09. 07. 2011
İbrahim GÜÇLÜ
(ibrahimguclu21@gmail.com) |
|