|
Öcalan’dan itiraf: “Ben Taşeronum”. Öcalan=PKK, O zaman |
2011-08-09 09:11 |
|
|
PKK=Taşeron…
İbrahim GÜÇLÜ
(ibrahimguclu21@gmail.com)
Abdullah Öcalan, basına (M. Alİ Birand)’a konuşmaya başladığı ilk günden itibaren, devletle olan ilişkilerini hiçbir zaman gizlemedi. Türkiye’ye getirildiği ilk günde de basına yaptığı açıklamada: Annesi Kürt olmamasına rağmen Türk ve Türklerin yeğeni olduğunu; Türk Devleti’ne hizmet etmeye hazır olduğunu açıkça ilân ederek rolünü ortaya koymuştu.
Sorgusu sırasında verdiği ifadelerin kamuoyuna açıklanan bölümleri incelendiği zaman, yine Öcalan ve PKK’nın devletle ilişkileri çok net olarak ortaya çıkıyordu.
Türk Bayrağı önünde gönül rahatlığıyla çektiği resim tuzu-biberi niteliğindeydi.
Mahkemedeki savunmaları incelendiği zaman da, bunların itiraflar ve teslimiyet niteliğinde olduğu; Kürt Davasını, hatta dava arkadaşlarını ve PKK’yı sattığını ortaya koyuyordu.
Geleneksel Kürt ulusal hareketine ve liderlerine yönelik saldırılarının, Kürtlerin dostları güçlere ve devletlere yönelik iftiralarının hayra alamet şeyler olmadığı, devlet merkezli tezler olduğu açıkça görülmüştü.
Ama ne yazık ki Kürt aydınları ve siyasetçileri bu gerçeği, korku, çıkar, vizyonsuzluk, basiret bağlanmasından bir türlü kabul etmediler. Abdullah Öcalan’ın devletle ilişkisini ileri süren, PKK’nın devletin bir taşeron örgütü olduğunu verileriyle ortaya koyan, PKK’nın Kürt ulusal hareketinin hedeflerinden uzaklaştırmak ve Kürt ulusal hareketini içerden kuşatmak—teslim alma projesi olduğunu savunan Kürt aydınları ve siyasetçileri de suçladılar. Onları mahkûm ve tu-kaka etmeye çalıştılar, dışladılar.
Abdullah Öcalan, 27 Temmuz 2011 tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede her zamankinden daha açık bir şekilde kendisinin devletin taşeronu olduğunu ifade etti. Öcalan’ın açıklamaları incelendiği zaman, tam bir tarihi itiraf niteliğinde olduğu görülecektir.
Bu itirafları okuyan Kürt aydınlarının ve siyasetçilerinin bir kısmı hayretler içinde kaldıklarını ifade etmekten geri kalmadılar. Oysa yapmaları gereken şey, konuya ilişkin özeleştir yapmaları, aydın ve siyasetçi sorumluluğuyla kamuoyuna açıklama yapmalarıdır.
Abdullah Öcalan kendisinin devletin taşeronu olduğunu söylerken, aynı zaman da PKK’nın da devletin taşeronu olduğunu itiraf etmiş oluyor.
Haklı olarak “Öcalan devletin taşeronu olduğunu açıklıyor, bunun PKK ile ne bağlantısı var. Bu sözlerden PKK’nın taşeron olduğu neticesi niye çıkarılsın?” denilebilir.
Bu yaklaşım ya da değerlendirme, PKK’yı tanımayanların yaklaşımı ve değerlendirmesi olabilir. PKK, kurulduğu günden bugüne kadar olan bütün oluşum evreleri, yaptıkları, taktik ve stratejileri, felsefesi, ideolojisi, liderlik ve parti yapısı incelendiği zaman, PKK’nın Öcalan’la özdeşlik taşıdığı ortaya çıkar.
Yani Öcalan demek PKK demek, PKK demek Öcalan demektir. Öcalan’ın dışında PKK’da olan Merkez Komite üyelerinin, “gerillaların”, “milislerin”, kadınların, erkeklerin, oy veren halkın hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Bundan dolayı da, Öcalan’ın itirafı, topyekun PKK, PKK ile aynılaşan tüm yapıların ve kimselerin itirafıdır.
Öcalan 27 Temmuz’daki avukat görüşmesinde şöyle diyor: “Ben burada pratik önderlik yapamayacağımı, bu şartlarda bunu sürdüremeyeceğimi söylemiştim. Her iki taraf da bana bir şeyler söylüyorlar. Devletin - AKP"nin zaten ne yaptığı ortada. Her iki taraf da beni idare ediyor. Aslında bu bir şantajdır. Kandil beni taşeron olarak kullanıyor. Devlet de heyeti taşeron olarak kullanıyor. Her iki taraf da beni taşeron olarak kullanıyorlar.
“Her iki tarafın beni taşeron olarak kullanmasına son veriyorum. Bugün itibariyle buna son veriyorum. Benim yapacaklarım bitti. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor. Artık bunlar olmadan hiçbir şey yapmıyorum. Bu şekildeki pozisyonum devlete de, Kürtlere de zarar veriyor. Bazıları da “Öcalan bu şartlarda orada yönetemez, yapamaz, içeriden pratik önderlik yapılamaz.” diyordu. Doğru söylüyorlar. Bu koşullarda barış görüşmesi yapılamaz.”
Biz bunları yılardır yazıyoruz. Öcalan’ın bu itirafının, bundan böyle PKK’nın ve yaptıklarının doğru okunmasına yardımcı olacağını umut ediyorum.
Öcalan’ın itirafını, bir Kürt Beyi (Mîrî) ile mirliğin ferdi arasında geçen diyalogu bana anımsattı. Bir gün Kürt aşiret ferdi Kürt Beyi’nin huzuruna çıkıyor. Mîr soruyor, “Gelo navê te çi ye?” (“Adın ne?”), Kürt aşiret ferdi cevaplıyor: “Navê min, Çeko ye, Tê de tîpa (a) tune ye.” ( Benim adım Çeko’dur. İsmimde (a) harfi yoktur). Bunun üzerine Mîr, Çeko’nun ismini yazıyor. Bakıyor ki, isimde (a) harfi yok. O zaman Mîr diyor ki, “ez benî, min navê te nivîsand, di navê te de tîpa (a)yê tune ye.” (Kurban, senin adını yazdım, içinde (a) harfi yok). O zaman Çeko, “Mîr ê min, ez jî dizanim ku di navê min tîpa (a)yê tune ye” (Beyim, ben de ismimde (a) harfinin olmadığını biliyordum” diye cevap veriyor.
Biz de Öcalan’ın ve PKK’nın devletin taşeronu olduğunu biliyorduk, ama kendisinin itirafı meseleyi yerli yerine oturtmuş oldu.
*****
27 Temmuz Görüşmesinde Öcalan’ın narsist ve keyfi adam öldürtme kişiliğini somutlaştıran konulardan biri de, Bulanıklı Kürt kızının kendisini yakması üzerine dile getirdiği görüşlerdir.
Benim eskiden beri tezim o dur ki, Öcalan için bütün Kürtlerin ölümü ve öldürülmesi çok önemli değildir. Yeter ki o iktidar olsun ve diktatör olsun. Pratiği ile de bunu ispat etmiş durumdadır.
Öcalan siyasi yapısını, felsefesini, eylemini kişilerin ölümü üzerine kurmuş ve kurgulamıştır. Milyonlarca Kürdün ölümünün olağan olduğunu rahatlıkla söyleyebilmiştir. Bunun sonucu olarak en yakın yol ve parti arkadaşlarını, yurtseverleri, halkı rahatlıkla katletmiştir. On binlerce Kürdün ölümünden dolayı bir üzüztü duymamıştır.
Bütün Kürtlerin ve taraftarlarının kendi uğruna kurban olmasını, kendilerini öldürmesini/intihar etmesini de bir felsefe ve anlayış olarak benimsemiştir.
Zaman-zaman kendisi uğruna intihar eden taraftarlarının bunu yapmamalarını söylemişse de, bunun taktik olduğu son görüşmesindeki itirafıyla açığa çıkmıştır.
Son avukat görüşmesinde, “Bulanıklı Kürt kızının kendisini ve durumu en iyi anladığını ifade ederken”, bütün taraftarlarının intihar etmesini isteyecek kadar tehlikeli ve katliamcı bir yaklaşım gösteriyor.
“Sadece kendisini yakanların süreci ve kendisini anladığını; sadece ölenlerin bir değer olduğunu vurgulayan Öcalan, gençleri açık-açık ölüme teşvik ederken, buna sessiz kalan veya eleştirmeyen her Kürd politikacısı da en az Öcalan kadar bu gençlerin ölümünden sorumludur.” (Nasname)
Öcalan, kendisini Evrim Demir’in anladığını açıklarken, ölümü kutsuyor ve gençleri ölüme-intihara teşvik ediyor.
Bu yeni itirafında: “BU SÜRECİ EN İYİ EVRİM DEMİR ANLADI: Değerlendirmelerimi Evrim Demir anısına yapıyorum, ona adıyorum. Bu süreci en iyi anlayan Evrim Demir"dir. İşte genç bir kız, 18 yaşında ama her şeyi, bu süreci, olup-bitenleri en iyi o kavramış. Ve kavradığı gibi kararını vermiş, eylemini yapmış. Daha fazla söze de gerek yok. Evrim süreci anlamıştı ama KCK, PKK, BDP, DTK bunlar anlamış değil. Bu sürecin gerçek anlayanı ve öncüsü Evrim Demir"dir. Mustafa Malçok da aynı şekilde. Her ikisi de çok genç, saygı duyulacak öncülerimizdir. Bize bu süreçte öncülük edecek en iyi kişilerdir. Ama bu şekilde kendilerini feda etmeleri yerine kendilerini özgürce ifade edebilecekleri yaşam olanaklarını oluşturmalarını tercih ediyor, öneriyorum. Her ikisini de saygıyla anıyorum” diyor.
Sonuç olarak denilebilir ki: “Evet sadece ölüler Öcalan için değerdir ve yaşayan herkes değersizdir. Çünkü kandan beslenen Öcalan/Dehaq, ölümlerin olmadığı bir ortamda kendisinin politik olarak tükeneceğini/öleceğini çok iyi biliyor.
“Katillere/suçlulara ceza veren bütün yasalarda, suça teşvik edenlere de ceza verilir. Suça teşvik edeni olumlayanlara yasalar ceza vermese de, vicdanen onlar da suçludur/suç ortağıdır.
“Mustafa Malkoç, Evrim Demir ve onlarca Kürdistanlı gencin hayatını kaybetmesinde suçlu olan Öcalan’ın suç ortakları/olumlayanları sanıldığından çok daha fazladır. Tarih ve Kürdistan halkı hem Öcalan’ı hem de onu olumlayanları unutmayacak ve affetmeyecektir…” (Nasname)
Amed, 31.07. 2011 |
|